Merhaba;sohbetimize başlamadan önce başlığımın gerekçesini açıklamak isterim. Bursa’da yaşadığım dönemde tıpkı Kastamonu Gazete’miz gibi kendi yerelinde çok okunan bir gazetede köşe yazıları yazma şansım olmuştu.Yazılarımı tashih edip, yayına hazırlayan kardeşim de bana “Abi iyi güzel hoş yazıyorsun da başlık atmayı bilmiyorsun” demişti. Nedenini sorduğumda ise “Köşe yazısını başlığı okutur” demişti. Ben de o gün bugün kendimce ilginç veya provokatif olduğunu düşündüğüm başlıklar atmaya çalışıyorum.Gelelim neden sevmemeniz gerektiğine… Bu noktada Masalcı Köylü’ye söz vermek isterdim ama bu sefer bir başka yerden öğrendiğim hikâyeyi aktaracağım.
“Bir kadın köpeğe yemek ve su veriyordu. Gülümseyerek “Köpekleri seviyorsunuz, ne kadar güzel…” dedim.Kadın “Hayır” dedi, “hiç sevmem…” Afalladım kaldım. Devam etti:“Sevmem, ama bu onun ihtiyaçlarını karşılamayacağım anlamına gelmez. Bende fazla yemek var, onun karnı aç…. Benim bahçemde su var, o susamış… Bunun sevmekle ne ilgisi var?”Şaşırdım kaldım; kadın düpedüz köpeğin Yaşama Hakkı’ndan söz ediyordu…“Sokakta bir adama araba çarptı. Yardım mı edeceğim, yoksa bu adamı sevip sevmediğimi mi düşüneceğim? Elin adamını niye seveyim? Düşmanım da olsa yardım ederim.” dedi.Haklıydı… Kadın bana sağlam bir ders verdi; Hayvan Haklarını, “kendi sevgim” gibi bireysel bir kavram üzerinden ele almamayı öğretti.Hayvanlar sırf dünyada yaşıyor olmakla, buranın tüm olanakları üzerinde hak sahibi; dolayısı ile sırf “yaşayan bir canlı olmaktan kaynaklanan haklarını” talep ediyor ve ben de veriyorum.Ve kediyle köpeği kendi emelleri uğruna evcilleştiren insanoğlu, onları severek, kendi hayvan severlik duygularınızı tatmin etmenize de gerek yok…Hayvana saygı duymanın, onu sevmekten daha önemli olduğunu öğrendiğimden beri bu böyle sevmesen de saygı duyacaksın…”
Sokak hayvanlarını sevmeyelim…Ağaçları, ormanları, denizleri, toprak anayı sevmeyelim. Hatta hiç sevmeyelim ki bu sayede onları önemseyelim ve yaşam haklarına saygı gösterebilelim.
Bu gök kubbe altında onların da bizim gibi nefes aldığını, var olduğunu hiç unutmayalım. Bu dünyaya arzı endam etmemiz pek çok milyon yaşındaki dünyanın pek de umurunda değil, toprağın üstündeki insan nüfusu hala toprağın altındaki gelmiş geçmiş milyarlarca önemli insan daha az. Kendimiz için kendi kendimize ne kadar değerli ve özelsek, bu kocaman küredeki her canlı da o kadar özel ve değerli.
Kimi zaman derdimi anlatabilmek için kendi sözlerimin ötesinde bizden daha harika söz söyleyenlerden yardım almayı tercih etmişimdir. Bunlardan biri de büyük deha Shakespeare. Ölümsüz eseri Venedik Taciri’ndenShylock karakterinin tüm ayrımcılıklara karşı savunmasını, tüm sokak canları adına uyarlamaya çalıştım. Umuyorum ki Shakespeare çok kızmaz bana.
“HERHANGİ BİR SOKAK CANI- Bizi aşağıladınız, yaşam alanımızdan ettiniz, bizimle alay ettiniz, halkımızı hor gördünüz, yaşama çabamızı kösteklediniz,neden yaptınız bunları peki? Bizlersizler gibi insan (!) değiliz de ondan. Hayvanların gözü yok mu? Organları, boyu, posu, duyuları, duyguları, heyecanı yok mu? Aynı yiyecekle beslenmiyor mu, aynı silahla yaralanmıyor mu,aynı hastalıklara yakalanmıyor mu, aynı yollarla iyileşmiyor mu,aynı kışın ve yazın üşüyüp, ısınmıyor mu? Farkımız ne insandan(!)? Etimiz kesilince bizim de kanımız akmaz mı? Zehirlenirsek ölmez miyiz? Her şeyde size benzediğimize göre, bunda da benzeyeceğiz tabii…”
Bugün sizinle bu sohbetietmeme neden olan olayı da paylaşmak isterim. Bildiğiniz gibi yoldaşım Akça’yı da yanımda götürebildiğim her yere götürüyorum. Yine Akça ile gittiğimiz bir köydesonradan oranın muhtarı da olduğunu öğrendiğim beyefendi arabası ile yanımızdan geçerken Akça ile beni görünce hususi olarak durdu. Standartolarak söylenen ama maalesef anlamı içselleşmemiş selamı verdi. Ben de selamının karşılığını verdim standart olarak. Arabadan benimle inen ve yanımda yürüyen bir köpek bayağı ilginç gelmiş olmalı ki; “Ne işe yarıyor bu?” deyiverdi. Ne denir ki böylesine mucizevi bir soruya? Gayri ihtiyari “Balık sezonu açıldı, balık tutturuyorum” dedim. “Allah, Allah” dedi. Şaşkınlığını daha da katlayacak bir cümle daha kurdum. “Arkadaşım o benim” dedim. “Köpekten arkadaş mı olurmuş? Sal sen onu, bu köpek işe yaramaz” dedi. Devamında umulan ortalama tepki davranışını sergilemedim elbette. Yok yere tartışmaya, hatta anlamı olmayan sinkaflar dünyasına girmeye gerek yok sonuçta.Sadece yolumuza devam ettik. O bir süre daha arkamızdan anlamsızca söylenmeye devam etti.Oysa bir türlü ikna olamadı / olamadık o kadar da özel canlılar olmadığımıza. Tüm insanlık olarak kendi kibrimizden, konar göçer olduğumuz güzelim dünyamızındengesini ters yüz ettik. Sonra da biz yapmamışız gibi mevcut duruma öfkelendik.Oysa kendi suçumuzu başka yerlerde aramak yerine azıcık özeleştiri versek yakıp yıktıklarımızı kolaylıkla olmasa da sabırlı bir mücadele ile geri kazanabiliriz. Belki bu yazıyı yazan benim, okuyan sizlerin kısacık ömrü bu düzelmeye şahit olamaz ama en azından çorbada tuzumuz olduğunu bilerek gideriz buralardan…
Bu günlük de bu kadar. Hepinize güzellikler diliyorum.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU