Çok kullandığımız bir atasözüdür. Sel gider kumu kalır. Yani bir anda olup biten herhangi bir olayın ardında ondan kalan izlerin hayatımıza olan ve olacak etkisini vurgular.
Biz bu atasözünün gerçeğini yaşadık geçen haftalarda. Bozkurt başta olmak üzere birçok ilçemiz sel felaketini yaşadı. Bozkurt’taki yıkım diğer ilçelerimizin ve komşu iki ilin yaşadığı acıyı gölgede bıraktı.
Sel gitti kum olarak ne kaldı bize? Bu kumu iyi incelersek bir sonraki selde aynı kum ile karşılaşmamak elimiz de olur mu? Beraber irdeleyelim sizlerle.
- En önce, bu selin geleceği belli. Her derenin bir sel periyodu vardır. Bu sel belki onlarca, belki yüzlerce yıl önce geldi ve yine aynı periyodda gelecek. Yani bir selin periyodik olarak aynı yere farklı zamanlarda geleceği belli. Sel yatağına yerleşim alanı kurmasak sorunu baştan çözmüş olmaz mıyız? Ama özelikle Karadeniz bölgesinde neredeyse tüm şehirler, il, ilçe merkezleri ve birçok köy dere yatağında inşa edilmiştir. Yani kumu davet ediyoruz kafadan.
- Hadi mecburuz başka yerleşim alanı yok dere yatağına yerleşeceğiz. Bari derenin bu periyodundaki maksimum su seviyesine göre dere yatağı yapsak ve ona göre imar planı alanımızı belirlesek olmaz mı? Bu konuda İller Bankası, Devlet Su İşleri, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri, Devlet Planlama Teşkilatı gibi uzman kuruluşlarımız, bu kadar hassas bir konuyu genellikle esnaf ve sanatkârlardan oluşan belediye meclis ve encümenine bırakmasa olmaz mı? Yeterli teknik personele sahip olmayan belediyelerin imar planı genişletme ve tadilat yapma yetkisi olması kuma ikinci davet değil mi?
- İnşaat yapımı ve kontrolünde ülke olarak son yıllarda iyi yol kat ettik. Kentsel Dönüşüm ve Yapı Denetim sistemi inşaatların kalitesi arttırdı. Ama kentsel dönüşümün cazip hale gelmesi için imar izinlerinde artış yaparak dikey yapılaşmada rekor kırmak ne derece mantıklı? Her malik bir dairesine iki daire alacak müteahhit de para kazanacak tabii ki, ne yapalım? Verelim iki üç kat daha yükselsin gitsin bina, başka çare yok. Kuma üçüncü davetiye geldi.
- Binamızda ruhsat, yapı kullanma izin belgesi (iskân) tamam. Kullanmaya başladık binayı ön, yan ve arka bahçeler çayır, çimen, ağaç, çiçek böcek kalacak değil ya. Bir güzel betonu atarız, arabayı çekeriz. Hem aşağıdaki dükkâna da çıkma yaparız beş metre mesafe var yola kadar. Nasıl olsa belediye bir daha bakmıyor. Böylece yeşil alan ve toprak olan alanları da betonla kapatıp yüzeyin su emilimini engelledik mi? Al sana kuma dördüncü davetiye.
- Sel her hâlükârda gelecek dedik, geliyor da. Peki, şehir girişlerine devasa birer yer altı sarnıcı yapsak olmaz mı? Su kadar değerli bir şey var mı şuan dünyada? Her yaz su sıkıntısı çekiyoruz sel gelince aksın gitsin diye bakıyoruz. ‘Su akar Türk bakar’ atasözü bile üretmişiz bu gamsızlıkla. Bu sarnıçtaki su günü gelince kullanma ve tarım amaçlı sulama suyu olarak kullanılamaz mı? Mühendislik ve vizyon işi yoksa bizi aşıyor mu? Yer altı sarnıç yoksa kuma beşinci davetiye çıktı bile.
Eee bu kadar candan davete kim olsa icabet eder. Selde ediyor işte. Sel geliyor yıkıp döküp geçiyor kumu bize bâki kalıyor.
Atasözü ile başladık şarkı ile bitirelim:
‘Bu kadar yürekten çağırma beni,
Bir gece ansızın gelebilirim!’
Bu felaketleri ne biz çağıralım, nede onlar çıkıp gelsin.
Feza TİRYAKİ