Merhaba; birkaç gün önce gazetemizde Kastamonu’ya yapılan harika bir yatırımın haberini gördüm. Sonuçta şehir için yapılan her yatırım bir katkıdır. Bu açıdan bakınca çok memnun oldum ve maalesef bir o kadar da üzüldüm. Neden üzüldüğümü kendi hikayemden anlatmak en doğrusu sanırım.
Yıllarca hayatımı büyükşehirlerde sürdürdüğüm için hayatımın önemli bir kısmını da alışveriş merkezleri kaplıyordu. İş toplantılarımı bir şekilde merkezi bir alışveriş merkezinde ayarlardım. Nedense insanlar avm’ye çağırıldıklarında itiraz etmiyorlar. Kastamonu’da da yakında o aşırı meşhur kahveci açılacak. O kahvecinin sunduğu ortamlar iş toplantısı bile yapmaya çok uygun olduğu için sürekli oralardaydım. Yazmak için, iş görüşmek için, sosyalleşmek için. Oradan çıkıp, yemek katına ya da yine avm’de olan bir restorana geçilir. Yemek faslı bittikten sonra illaki malum büyük kitapevine uğranılır. İllaki bir iki kitap alınır. Sonra otoparka arabayı almaya giderken mağazaların önünden geçilirken vitrinde gördüğün bir gömlek ya da t-shirt alınır. Muhakkak gerekli olduğuna dair de bir gerekçe üretilir. Ve o t-shirt de pek çokları gibi giyilmeden eskimek üzere dolapta yerini alır. Ertesi sabah yeni bir iş günü başlar. Yine gidilecek yerlere gidilir. İşler yapılır sonra sıra alışveriş merkezine gelir. Yine orada toplantılar icat edilmiştir. Ve bu döngü hafta sonuna kadar böyle gider. Hafta sonu geldiğinde tüm haftanın yorgunluğunu atmak için bir yere gitmek lazımdır. Uygun bir mekanın brunchına gidilir bu sefer de. Azıcık çim, azıcık ağaç da görüyorsam tamamdır doğaya da çıkmışımdır. Brunchtan sonra bir filme gitmek de çok iyi olur elbette. Sinema nerede peki? Elbette alışveriş merkezinde. Yine girerim o beyin yıkayan beyaz ışıkların ve uyumayalım diye her mağazadan ayrı ayrı gelen canlı ve kendini tekrar eden müzik seslerinin içine. Film izlenir. Çıkılır. Yine avm turu. Yine yepyeni kalarak eskiyecek kıyafetler alınır. İhtiyacım olduğuna da her seferinde ikna ederim kendimi. Bir süre sonra da “hesap kesimi” denen acı, pişmanlık ve stres dolu gün gelir. Bir şekilde o hesap kesimi günü de kazasız belasız atlatılır. Hatta bir sonraki hesap kesimine kadar çok dikkatli olacağıma dair de bir sürü söz veririm kendime. Hatta ilk iki üç gün kös kös eve dönerim. Sonra ya bir kahve canım, bir kitap canım, ama bu toplantı çok önemli yeni bir kravat şart canım derim kendime. Sonra dao meşhur gayya kuyusuna balıklama tekrar dalınır. Sonra o malum gün yeniden gelir. Bu sefer biraz sert toslamışımdır duvara kesilen hesabın ancak asgarisi ödenir. Sonrası malum. Belli bir süre verilen mücadele ile bakiye sıfırlanır. Hatta artıya bile geçer. Sonra bilin bakalım ne olur? Evet, doğru bildiniz. Bir kahve, bir kitap, bir buluşma, bir t-shirt döngüsü tekrar başlar.
Sonra Ilgaz’a köye yerleştim bildiğiniz gibi. Günlük rutinlerim ters yüz oldu. Örneğin illaki o kahve dediğim durum buradaki markette bulabildiğim filtre kahveye dönüştü. Pandemiden dolayı zaten yaşam değişmeye başlamıştı. Toplantılarım internete taşındı. Sosyalleşmeler şu dönem için sakıncalı olduğu için makul düzeyde ve mümkünse açık havada olacak şekilde ayarlanmaya başladı. Sonra brunchlar her gün evin avlusundaki ağaçların altında pikniğe dönüştü. Tuhaf bir şekilde günler uzadı. Hala aynı yirmi dört saati yaşadığıma bir türlü inanamıyorum. Dünya iş yapıyorum ve hala zaman kalıyor. Şaka gibi. Bir yıldır Avm’ye uğramadan yaşıyorum. Bu süre içinde işlerden dolayı yine büyük şehirlere en çok da Ankara’ya gitmem gerekti ama çok ilginç bir şekilde vaktim olsa bile herhangi bir avm’ye girmeden geri geldim. Demek ki oluyormuş.
Alışveriş merkezlerine asla karşı değilim. Sonuçta her ihtiyacı toplu bulabilmek de bir avantaj. Üstüne üstlük yarattığı istihdam tartışmasız çok önemli. Benim bulunduğum şehirlerdeki bazı avm’lerde binlerce insan çalışıyordu. Temizlik görevlisinden, satış temsilcilerine kadar… Elbette ekonomiye bir katkısı var. Kastamonu’ya açılmış olan avm’ye elbette ben de geleceğim. Asla uğramam demek büyük sahtekarlık olur. Ancak ölçüsünde ve ihtiyaç kadar uğrayacağımı biliyorum. Örneğin o meşhur kahveciye her gün gidip değersizleştirmek, sıradanlaştırmak yerine kendime gerçekten ödül olarak gideceğim. Kıyafet işi zaten malum. Eldekiler birkaç sene daha yeter. Tek problem kitapçıda ne kadar aklım başımda olursa olsun, ne kadar iradem güçlü olursa olsun asla kitap almadan yaşayamam. Birincisi o kadar kusuru kadı kızında da olsun diyeyim. İkincisi de kitap tutkusundan henüz kimseye zarar gelmediğine göre herkes bulaşsın buna diyebilirim.
Şimdiden herkese de makul düzeyde iyi gezmeler dilerim. Bu günlük de bu kadar. Hepinize güzellikler diliyorum.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU