Anadolu âşıklık ve halk ozanlığı geleneği içerisinde Kastamonu çok önemli bir mirasın temsilcisidir. Neredeyse 16. yüzyıldan itibaren bilgilerine ulaşılan halk ozanlığı geleneği 1980’li yıllara kadar oldukça canlı bir şekilde varlığını sürdürmüştür. Bu önemli somut olmayan kültürel miras geleneğinin Kastamonu’daki son temsilcileri olarak İhsan Ozanoğlu ve Yorgansız Hakkı Çavuş gibi dev isimler Anadolu’nun bu sanatına büyük izler bırakmışlardır.
Ozanoğlu ve Yorgansız’ı n vefatı ardından “Halk Ozanlığı”nın son kalelerinden olan Kastamonu’da bu geleneğin bittiği düşünülmüştür. Ama elbette çeşitli yazılı kaynaklara aktarılmasa da köylerde, kırsalda birçok halk ozanı aşığın da yaşamış olduğu elbette düşünülmektedir. 15. yüzyıldan başlayarak Türâbi, Meftuni, Meydani, Kemâli, Fevzi, Mesti, Çeşmi, âşık Zikri, Mümin Meydani gibi başka isimlerle de anılan Kastamonu Âşıklık Geleneği 1975’ler gibi genel kabul olarak son bulduğudur.
Ancak 1970-1990 arasında bu geleneği oldukça canlı tutan ve günümüzde halen hayatta olan Halk Ozanı –Âşık Cemal Ölegel bu konudaki fikirleri oldukça değiştiriyor. Her ne kadar uzmanların düşüncelerine göre Âşıklık Geleneğinin “sivil” kanadına ait olsa da, kuralsız, kendi kalıplarını yaratmış, alitarasyonlara (ses yinelemeleri) dayalı bir söyleyiş tarzı geliştirmiş olsa da Âşık Cemal Anadolu Âşıklık Geleneğinin Kastamonu’daki son temsilcilerinden biridir.
- ••
Geçtiğimiz günlerde saygıdeğer arkadaşım Mahmut İslamoğlu’ndan tarafından bana bir ses kaydı ulaştırıldı. Kayıtta, belirli bir melodram içerisinde destan okuyan bir aşığın sesi yankılanıyordu. Soluksuz bir şekilde dinledim. Mahmut Hoca’ya “Bu nedir?” diye sorduğumda, “1970’lerin sonu 80’lerin başından bir köy ozanının ses kaydı” dedi ve ben de ekledim: “Bu ozan bir Halk Âşığı… Öldüğü düşünülen bin yıllık bir geleneğin yaşayan bir temsilcisi…”
Bu âşığımız, Akkaya’nın Çatalçam Köyü’nden Cemal Ölegel…
Belki de Kastamonu’da yaşayan son Halk Âşığı ve ozan. Bir köy ozanı olmaktan çok, Kastamonu’daki köklü bir mirasın son temsilcisi. Halk Ozanlığı’nın ölmediğinin kanıtı…
- ••
Cemal Ölegel 1949 doğumlu. Çatalçam Köyü Orta Mahalle’de yaşıyor. Kendisi âma…
1969 yılında askerlik görevi sırasında üveit (bir çeşit göz iltihabı) hastalığına yakalanmış ve askerlikten döndüğünde 6 ay gibi kısa bir süre de gözleri maalesef kapanmış. Gözleri görmez olduğu için yaşamı neredeyse sadece Çatalçam Köyü ve birlikte yaşadığı kardeşi Nuri Ölegel (64 – PTT’den emekli) ve Nuri Bey’in eşi Halime Ölegel (63) olmuş.
Beş yıl öncesine kadar aynı ev içerisinde Ölegel ailesinin anne ve babası da varmış. Nuri Bey dışında Kastamonu merkezde yaşayan en büyük abisi ile bir de genç yaşta kaybettikleri küçük kardeşi ailesinin geri kalanlarıymış. Halk Ozanı Cemal Ölegel hiç evlenmemiş ancak 1970-1990 arasında okuduğu destanlar nedeniyle yüzlerce köylü yoldaşı, arkadaşı, ailesi ve çocuğu olmuş.
- ••
Mahmut İslamoğlu’ndan ses kaydı gelip, bu kayıtların yıllar önce köylerde, özellikle imeceye durulduğunda ya da kış gecelerinde işlerin azalmasından dolayı ev toplantılarının yoğunlaştığı zamanlarda dinlenerek tüm köy halkının toplu eğlencelerinden biriymiş. Bu bilgiler ve heyecanla birlikte hemen Halk Ozanımız hakkında bilgi topladık ve halen sağ olup Çatalçam Köyünde yaşadığını öğrendik ve harekete geçtik.
Halk Ozanımız, Âşık Cemal’i yaşadığı köyde ziyaret gittik. Kardeş Nuri Bey, her ne kadar habersiz gitmişsek de bizi kapıda karşıladı ve hemen içeri buyur etti. Cennet gibi bir köy Çatalçam, çantı evler ve orman muazzam bir harmoni oluşturmuşken bizim gözlerimiz olması gerektiği gibi Âşık Cemal’e çevrildi ve kısadan da olsa sohbete başladık…
Ozan Cemal’i geç duymuş ve tanımış olmanın özrüyle söz başladım. Bir şekilde heyecanımızı belirttik ve yaşayan bir ozanı tanımak meramımızı açınca, Âşık Cemal, “Hoş geldiniz beyler” dedikten sonra, “Efe Âşıktım, iyi yapardım fakat şimdi yapamıyorum ama sizin için özürlük bir şey yok” diyerek mütevazı bir söze giriş yaptı.
Sonra sırasıyla sorular, sohbetin içine yerleşen cümleler ile ozanımızı tanımaya çalıştık.
- ••
Âşık Cemal, ozanlık yeteneğinin farkına asker dönüşü varmış. Sanırım bu yeteneğin ortaya çıkmasında o dönemde gözlerinin kapanması ve gönül gözünün açılması ile görüntülerden değil ama sözlerden / destanlardan bir dünyanın algılanması başlamış.
Bu düşüncemi temellemek adına sorular sorduğumda, “Gözlerim kapandığında canım sıkılırdı, herkes birbiriyle muhabbet yaparken ben geri kalırdım. Ben geride öyle garip garip kalırken üzüntü duyuyordum ve ben de üzüntümü söze vuruyordum” dedi.
Acemi birliği Tunceli’nin Hozat İlçesi Jandarma Birliği usta erliği ise Bolu Göynük’te icra etmiş. Askerde üveit hastalığına yakalanmış ve 1969 yılında memleketine döndükten kısa süre sonra gözleri kapanmış. Sağlık durumu bu yönde değişince hayatı boyunca bir süre yapacağı âşıklık uğraşısı / destan okumadan başka işi olmamış hiç.
Görme engeli ile birlikte destanlar oluşturmaya ve söylemeye başlamış. Yaklaşık 20 yıl boyunca üretmiş, ürettiği destanları da ünü duyuldukça evlerine gelen köylüler ile paylaşmış. Ta ki 1990’lı yıllara kadar. Sonrasında ise destan söyleme işini bırakmış. “Neden bıraktın Ozan Cemal” diye sorunca, destanlarındaki gibi nüktedan ve yalın bir Anadolu dervişi gibi “Baktım ki sonu yok, ben de bıraktım” dedi.
Ünü yayılmaya başlayıp Âşık Cemal olarak tanınmaya başlayınca, birçok bölgeden köylüler, o dönemin kayıt cihazı olan teyplerle ziyaretine gelip hem dinlemiş hem de daha sonradan tekrar tekrar dinlemek ve başkalarına da dinletmek için kayıt almışlar.
Köy içindeki oturmalarda, orta oyunu oynandığında ya da imece işler olduğunda Ozan Cemal’da bu cemiyete katılır, onların oyun ve sohbetlerini dinlerken kendine söz düştüğünde de destanlarını dillendirir; bir nevi toplu eğlencelerin ve faaliyetlerin baş rolünü üstlenirmiş. Tabi o destanlarını dillendirdikçe de Akkaya ve çevresindeki birçok köye ünü ulaşmış; evi, divanı onu dinlemek için gelenlerle dolup taşmış. En çok kışın toplantılar, köy ahalisinin bir araya gelmesi iş azlığından olurmuş. Bu faaliyetler, destanların nüktedan gülümsemeleri ve ironileri ile birlikte orta oyunları, kül çöreği, çay, eğşi ile birlikte bir Anadolu geleneğinin yaşanan sahnelerini oluşturmuş.
Her ne kadar bu günleri tatlı tebessümlerle anlatsa da Âşık Cemal, “Ama bu toplantılarda ben destanları okuduktan sonra, maşallah muşallah dedikten sonra benimle çok konuşan olmazdı” diyerek engelinin getirdiği kısıtlamayı ve yalnızlığı vurgulamadan da edemiyor. Yine de ekliyor, “ Neredeyse her akşam evimize misafir gelir, ev dolar taşardı; beni dinlemeye gelmelerinden dolayı da seviniyordum elbette…”
- ••
Âşık Cemal maalesef hiçbir destanını kâğıda geçirmediği gibi kendine hiç kayıt almamış (Almış da olabilirim ama kasetler elden ele dolaşınca kaybolmuş olabilir diyor). Destan söylemeyi bırakınca bir nevi hafızasını da o zamanlarda bırakmış olacak ki, ne , ne kadar destan söylediğini hatırlıyor, ne de destanlarını…
Onca seneler verdiği bu geleneğin temsilcisi olarak kendisi için yazdığı, kendisini anlattığı diğerlerinden daha özel, hani acısını kelimelerle ölümsüzleştirdiği bir destanı olup olmadığını sorduğumda ise bir süre duraklayıp, “Olmaz mı, var. Var elbet ama zar zor hatırlıyorum” diyerek derinden, fısıltılı bir sesle “Kendi halimde oturuyorum./..kimseye halimi arz edemiyorum./.. gözlerim görmüyor, karanlık./.. Allah dünyada beni bıraktı yalnız…” şeklinde birkaç mısrayı söyleyebiliyor ancak.
Destan konularını köy ve çevresinde olup bitenler ile duydukları oluşturuyormuş. Ama aynı zamanda kendi kendine düşünerek oluşturdukları da oluyormuş.
Kendisi her ne kadar Akkaya Merkez olarak alındığında oradan Tosya ve Kastamonu sınırına kadar tanınır olmuşsa da, kendisinin destan söylediği sırada halen sağ olan İhsan Ozanoğlu, Yorgansız Hakkı Çavuş gibi isimleri ne duymuş ne de tanışmış. Keza bu duruma en büyük neden yine gözlerindeki engel ve bu engelden dolayı köy dışına çıkmaması olmuş. Zaten yine aynı nedenden dolayı geleneksel âşıklıkta gördüğümüz şehir şehir, kahve kahve dolaşma geleneği de gerçekleştirememiş. Bu durumun farkında olan Âşık Cemal, “Kendime sahip olamayınca ben de bir yere gidemiyordum” diyerek açıklamasını yapıyor. Tabii bu durum bu kadar basit anlatılarak geçilecek bir olay değil aslında. Çünkü Âşık Cemal’in bazı destanları dinlendiğinde, görme engelinin yüreğine büyük bir yük verdiği ve bu yükü de kendisinden başkasına taşıtmak istemediği gibi derin bir psikoloji sezilebilmekte.
Kendi çağının memleketinden ozanları tanıyamasa da tek bildiği isim ise kendisi ile aynı kaderi taşıyan Âşık Veysel olmuş.
Aşıklık geleneğinde destanların bağlama ile birlikte söylenme geleneği yaygındır. Ancak Âşık Cemal’in köyünde yani Çatalçam’da bağlama çalan olmadığı için askerden önce öğrenemediği gibi bağlama çalmayı, asker sonrası gözlerinin kapanmasıyla da kendisinin “can sıkıntısı” dediği ama belli ki yaşamdan önemli derece de kopan durumunda sonrandan da öğrenmek hiç aklına gelmemiş.
- ••
Sohbetimiz sırasında daha önceden okuduğu destanların olduğu ses kaydını kendisine dinletmek istedik. Yani Âşık Cemal, seneler sonra “Unuttum, aklımda bir tane bile kalmadı” dediği destanlarını kendi sesinden duyacaktı.
Ses kaydını dinlemeye hep birlikte başladık. O anda hepimiz sustu ve meraklı gözlerimiz Âşık Cemal’e çevrildi. İki büklüm oturduğu kanepeden hafifçe doğrulup, sesi daha iyi duymak için dikkatini verdikçe, aşikâr bir şekilde hem hayret hem de hüzünle geçmişe hızlı bir yolculuğu başladı. O anda yaşadığı yolculuğun yoldaşları ne biz, ne ailesi, ne şimdiki yaşamı değil sadece gözyaşları oldu. O âma gözlerden dökülen gözyaşları, aktıkça zaman geriye sardı ve geçmiş hayat birkaç saniyeliğine yeniden yaşandı.
Tabii ki, o, gözyaşlarını dökerek zamanı geri çağırdıkça bizler de benzer gözyaşları ile nostaljik bir filmin figüranları olup çıktık. O sırada kendisini dinleyen ozanımız, bir süredir unuttuğu yeteneğini yeniden gördükçe kendi ile gurur duyup, “Ben de gerçekten de iş varmış” demekten de kendini alamadı.
Kaydı sessizce dinleyip gözyaşlarını dinmesin bekledikten sonra ne hissettiğini sordum Âşık Cemal’e… “İnsan, vallahi yenilenmiş gibi hissediyor kendini, dinledikçe zamanında epeyi bir adammışım yaa.. Ama unutmuşum bir kısmını yine de” cevabını verdi.
Hüzün bir süre sonra eski günlerin neşesine geri dönünce her ne kadar artık destan yazamıyorum dese de bu ana özel bir şey çıkmaz mı diye sordum yüreğinden? “Düşünürüm ama şimdilik bir şey diyemiyorum” dedikten sonra sadece “Allah Razı olsun hepinizden diyebildi”.
- ••
Ev içinde kendi başına kaldığında ya da aile içinde hiç destan söylemezmiş. Bu özelliği sadece topluluk karşısında çıkarmış. Keza destanın da anlam kazandığı ortamlar bu değil mi zaten.
“Düşündüğüm zaman özellikle de geceleri daha çok destan üretiyordum. Oturmalarda eskileri ile birlikte yeni destanlarda ekleniyordu elbet” diyor Âşık Cemal. Köy toplantılarında sadece önceden hazırlananlar değil spontane destanlar da ortama bağlı olarak çıkarabiliyormuş. Bunun yanında gelen köylüler kendi köylerinden olmuş olayları ya da ilginç anları da aktardıklarında bir nevi sipariş üzerine de destan ortaya çıkabiliyormuş.
Bölgede de kendisinden başka ozan bilinmiyor. İlkokul mezunu olan ozanımız “Bu yeteneğimden hiç para kazanmadım, zaten beni konuşturup dinlerlerdi, başka da bir şey olmazdı” diye ekliyor.
- ••
Âşık Cemal’in ailesi ve birlikte yaşadığı kardeşi Nuri Bey ve eşi, “Bize hiçbir zaman yük olmadı” diyerek nasıl sahiplendiklerini gösteriyorlar. Ozanımızın daha önceden “sakat maaşı” varmış ancak bir süre sonra kesilmiş. Daha sonra ise “65 aylığı” almaya başlamış ama o da kesilince günümüzde sadece aileye “bakım parası” verilmeye başlanmış. Ölegel Ailesi ise hayvancılıkla geçiniyor ve biraz da eve yetecek kadar bostan-bahçe işleri.
Sohbetimiz sona erdiğinde, genelde evde ve doğal olarak ezberlediği kapı önü bahçede zamanını geçiren Halk Ozanımız, Âşık Cemal’den selamlar, güzel dilekler ve onun minnet dolu duaları ile ayrıldık.
Kastamonu’da bin yıllık âşıklık geleneğinin bir temsilcisinin halen yaşadığını artık biliyoruz. Anadolu’nun bu somut olmayan kültürel mirasının taşıyıcısını sahiplenmek hepimizin görevi. Başta maddi olmak üzere manevi tüm desteklerimiz ile gözleri kapandıktan sonra gönül gözü açılıp da dünyayı destanları ile kavrayıp/kavratan bu âşığımızın yeniden eski günlerine kavuşmasını sağlayabiliriz. Bu sayede hem bir geleneği temsilcisi ile yaşatabilir, hem de Ozanoğlu gibi, Yorgansız gibi ozanları dinleyememiş nesilleri yeniden âşıklarla buluşturabiliriz.
- ••
Halk ozanı, Âşık Cemal’in
1980’li yıllarda kaydedilmiş
destan serisinin başında yer alan ve
kendini de tanıttığı girizgah bölümü:
Allah razı olsun elime yapışan arkadaşlara
Dünyanın cefası çoktur,
Halin nedir diyen yoktur
Derde derman bulamadı doktor
Garibim nereye varsa karadır yüzleri
Yaşlıdır gözleri
Haklıdır Cemal’in sözleri
968 24 te hayattan kaybetmiştir gözlerini
Çok olur taş atan dalda yemişe
Selam veren olmaz işi bitmişe
Köşe başında kaldım, arkadaşlar yapıyor yardım
Arkadaşlar arasında oturuyorum üzülerek
şöyle yazıyorum Allah Razı olsun diyerek
Ekin oldum biçildim
Arkadaşlar arasından kesildim
Oturuyorum kanadı kırılmış kurt gibi
Ölünce ansın beni arkadaşlar Nasreddin Hoca gibi
Benim bu konuşmalarım aklıma ayar
Böyle bir konuşmalarım olmazsa ölünce beni kim anar
Gözlerim görmüyor destanlar yazayım
kendi mezarımı kendim nasıl kazayım
Mezarımı yol kenarına kazın
dünyadan muradını almayan Cemal diye yazın
Cemal ölür adı kalır düğün olur bayram dolanır
Arkadaşlar…
Can bedenden çıkmayınca tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun benden kucak kucak
Arkadaşlar beni hatırlasın
Ağlama gözlerim dünyaya mahrum kalsın diye
Bu konuşmalarım hatıra kalır şiirlerde/şehitlerde ebediyetle
Garibim elimden tutulurdu
bu konuşmalarım unutulur mu?
Batman elimde dolaşıyorum
Konuşmalarımı emanet bırakıyorum
İki gözüm âma, sesimi alı teybe banda garibim bu dünyada
Karşıda yanar bir ışık
Destanı yazan Çatalçam Köylü Halk Ozan Cemal Âşık
Arkadaşlar
Uzun ince bir yol girdi araya
Ben gelemem artık dostlarım gelsin artık ziyarete buraya
Kahbe felek kimine felek kimine kelek
Kimine kürk giydirir kimine yelek
Kastın garezin bana mıydı felek…
MURAT KARASALİHOĞLU