Bu yazıyı, iki gün önce gazeteye gönderdim. Bugün pandemiyle ilgili yeni kararlar açıklanacak. Nasıl bir durumla karşılaşacağımızı önceden kestirmek mümkün değil. Bir tarafı yaz, diğeri baharla kucaklaşmış ülkemizde, Mayıs başında eve kapanmak hiç hoş olmadı. Üreticiler, pazarcılar, esnaf herkes zarar gördü, çiftçinin ürünüelinde kaldı.Pandemi konusunu birkaç kez gündeme getirdiğim için üzerinde durmayalımartık.
Mayıs ayı bizim için önemlidir. İstanbul 29 Mayıs 1453’de fethedildi, dünya tarihinin dönüm noktalarından biridir. 19 Mayıs 1919, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolun başlangıcıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’da yaktığı ateşAmasya, Erzurum ve Sivas toplantılarıyla devam etti. Anadolu’da birlik sağlandı. 23 Nisan 1920’de TBMM açıldı; düşmanı ülkeden atmak için gerekli hazırlıklar yapıldı. İnönü savaşlarıyla başlayan mücadelemiz,Sakarya Savaşı ile devam etti, 30 Ağustos 1922’de Büyük Taarruzzaferiyle sonuçlandı.
Daha gerilerden alırsak, Mütârekenin imzalandığı 30 Ekim 1918’den 30 Ağustos 1922’ye kadar geçen 3 yıl 10 aylık dönem, yakın tarihimizin en zor yıllarıdır. Anadolu bitkindi, yorgundu. İnsan kaynağımız çok azdı, paramız yoktu, en önemlisi de silah ve cephanemizyetersizdi. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde geleceğe olan inancımız sağlamdı. Hem savaştık, hem noksanlarımızı tamamladık, büyük zafere birlikte ulaştık.
19 Mayıs 1919’u, o günleri yaşayanların kaleminden okuyup öğrenmek daha anlamlıdır. Rahmetli Hüsnü Açıksöz(1896-1939), Kastamonu basınının en büyük gururudur. Kurucusu olduğu Açıksöz gazetesiyle kutsal mücadeleye destek vermiştir.Bugün köşemizin onur konuğu. 19 Mayıs 1938 günü, Doğrusöz’deki yazısını okuyarak bayramı karşılayalım:
“19 MAYIS. Bugün Samsun limanına ağır ağır bir vapur yanaşıyor, içinde bir yolcu var: Gözleri Anadolu dağlarında, kalbi, üç gün evvel bırakmış olduğu Bizans çirkâbelerini çirkinlikleri ve fecaati duygularıyla ürperip, zihni Türk tarihinin, Türk yaratıcılığının şimşekli harikaları ile meşgul. Basit bir dekor, kayık, iskele ve nihayet toprak!
Üçüncü Ordu Müfettişi Mirliva M. Kemal Paşa Anadolu’ya ayak basıyor!
Yunan İzmir’den, Ermeni Kars’tan yürüyor, Antalya ve Ereğli’de münferit yürüyüş noktaları.
Harp yok fakat Anadolu’nun en uzak noktalarında bile İngiliz müfrezeleri, İngiliz zâbitleri dolaşıyor. Rumlar ayaklanmış, Ermeniler hazırlanmış; İstanbul malum, Hürriyet İtilâf malum, Nigehbancılar, İngiliz Muhipleri malum! Ve sonra para, silah yok; derin bir taassup ve irtica bulutu, birçok zihinler üstüne kat kat gerinmiş. Yas, elem ve nihayet fütur. Büyük bir yangın yerindeyiz; alev tamamen etrafı kaplamış, çatırtı, duman, feryad u figan! Duyulan ve görülen bundan ibaret.
Dışta donmuş bir heykel gibiyiz; içimiz yanıyor, gönlümüz parçalanıyor, yurt elden gidiyor, millet mahvoluyor. Ne yapacağız, ne edeceğiz? O günlerde bu suali bile kimse kimseye soramıyor. Çünkü sahne meydanda, felâket dramının perdeleri birbirini ta’kiben açılıyor. Bugün burası işgal ediliyor, yarın öte tarafı, daha yarın ve daha yarın: Bunu konuşabilir miyiz? Bunu mülâhaza ve tasavvur edebilir miyiz? :Meş’ûmâkıbetini bekleyen bir mahkûm gibiyiz biz.
Felâketler ta’kip ettikçe “sonu ne olacak?” diye düşünenler de nihayet dönüp dolaşıp şu noktaya geliyorlar: “Mukavemet; imkânsız ve sonu mutlak ölüm. Boyun eğmek, ayaklar altında sürünmek işin en mantıkî tarafı!” Bütün bilginler ve bütün tecrübeliler(!) “mukavemet” fikrini olanca kuvvetleriyle baltalıyorlar. İstanbul’un Hükûmeti ve padişahı bu fikri aklına getireni, (hain-i vatan) diye darağacına çekiyor; esaret zincirini takabilmek için bütün şerâit mükemmel. Yaralı, mecalsiz ve zebun görülen Türk’e içten, dıştan, maddî, manevî bütün kudretler bu zinciri gösteriyor ve buyur diyor, bu senin hakkın!
Fakat ne oluyor? Şarkın göklerle öpüşen şâhikaları üzerinden azametli ve heybetli bir halâskâr duymuyor, haykırıyor:
– Hayır! Türk zelîl olamaz, Türk esir olamaz; mukavemet edeceğiz, can vereceğiz, istiklâlimizi alacağız!
Bu sesi ilk anda duymazdan gelenler çok oldu, duyup da omuz silkenler az olmadı.
Fakat ses gittikçe gürleşti, gittikçe gönüller içine hayat nefyetmek kudretini artırdı. Ve baktık ki bu ses O’nun sesidir, bizim sesimizdir, bizim Atamızın sesidir.
Gönüller birbirine birleşti, eller birbirini sıktı, emeller bir tek emel, kalpler bir tek kalp haline geldi; kalp kuvveti silâh, politika ve zekâ kuvvetine galebe çaldı. Olmazlar oldu, yenilmez yenildi ve târihin ve tâliin hükmü tersine çevrildi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ana rahmine düşüşü 19 Mayıs 1919’dur. 23 Nisan onun doğum günü, 29 İlk Teşrin de yürüyüş ve koşuş başlangıcıdır.
19 yıl evvel tam mânâsıyla yok olan bu varlık, bugün 19 yaşında kudretli ve kuvvetli bir civandır. Gözleri ateş dolu, dizleri derman ve kudret dolu, göğsü iman ve hârika dolu bir genç. 19 yıl önce böyle bir mevcudiyetin yeryüzünde olmadığında müttefik olan bütün dünya, bugün bu aziz varlığın önünde yalnız hürmet ve muhabbet duygularıyla çalkalanıyor.
Yeryüzü toprakları nihayet muhtelif maddelerin bir araya gelişinde ve ma’lûm kimyevî ve hikemî hâdiselerin vukuundan husûle gelmiş şeylerdir. Fakat Samsun iskelesinin toprakları içine maddeden başka ulvî kıymetler de karışmış olacak ki, Türk istiklâlinin beşik hamuru oldular. Ne mes’uttur o topraklar ki, bugün bütün Türk ruhunun en candan sevgileriyle takdîs ediliyorlar. İlk tohum bu mübârek toprak üstüne atıldı ve sonra Erzurum, Sivas’ta ve nihayet Ankara’da. Bugünkü feyizli ve mübârek varlığa kavuştuk.
19 Mayıs halâs başlangıcı bayramımızdır. Bu bayram aynı zamanda gençlerimizin kudret ve kuvvet bayramıdır. Biz kudreti 19 Mayıs’tan aldık, gençlerimiz de bugün bu kudretin mümessilleri ve öz vârisleri olduklarını gösterecekler. Ne mutlu Atatürk’ün öz çocukları size. 19 Mayısı gönüllerinizin içinde bir aziz melîke, bir kutsî vedîa olarak saklıyorsunuz. Ne mutlu bizlere ve biz yaşındakilere. Bugünleri gördük, 19 Mayısın 19. yılını gördük ve bu günü kutlamak saâdetine ulaştık. Ölüm acıları gördükten sonra hayata ulaşanlar, hayatın tatlılığını daha büyük bir şetâret ve ihtirasla yutarlar; Büyük Ata, sen bizi hayata ulaştırdın. Senin varlığın, bizim varlığımız, senin hayatın hepimizin hayatıdır. Bin yaşa!”
MUSTAFA ESKİ