Kastamonu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde doktora çalışması yapan Kastamonulu kızımız Serap Efeoğlu (d.1986)’nun tez konusu “Kastamonu Kadın Seyirlik Oyunu.” Tez Danışmanı Prof.Dr. Eyüp Akman. Daha önce, 2019 yılında aynı Enstitü Türk Dili ve Edebiyatı alanında “Nail Tan’ın Kastamonu Kültürü Üzerine Çalışmaları/Biyografi ve Açıklamalı Bibliyografya” konulu biri yüksek lisans tezi hazırlayıp başarıyla savunan Serap Efeoğlu’na doktora çalışmalarında da üstün başarılar diliyoruz.
Efeoğlu’nun doktora tez konusu bizim hatıralar sandığımızı açmamıza sebep oldu. 1950’li yıllarda şahit olduğumuz bir kadın seyirlik oyununu, Efeoğlu’na yardımcı olur düşüncsiyle kaleme almaya karar verdik.
Göl İlköğretmen Okulunu bitirdiğimiz 1959 yılına kadar her yaz babamızın görev (polis memuru) yaptığı Kastamonu merkezindeki evimizden kalkıp Araç Kavacık köyündeki evimize giderdik (Annem Rafiye ve kardeşlerim Özdemir ve Nevzat’la). Annemiz genellikle Mayıs ayı başında köye gider bostan ve bahçemize patates, fasulye, kabak, salatalık tohumlarını dikerdi. 1953 veya 1954 yazı olmalı, köyümüzde bir düğünde kadınlar bölümünde bulunup bir seyirlik oyun izleme şansını bulduk. 12-13 yaşındaydık ama boyumuz kısaydı. Sıtma hastalığı dolayısıyla vücudumuz çok zayıftı. 9-10 yaşında görünüyorduk. Akrabalarımızdan Şerafettin Tan-Kayriye Tan’ın Orman İşletme Müdürlüğünde şoför oğulları Selahattin Tan’ın düğünü oldu. Damat ve gelinin ikinci evliliğiydi. O günlerde gene sıtma yokluyordu. Annem, beni de yanında götürmek zorunda kaldı düğüne. Yaşıma göre küçük göründüğüm için kadınlar anlayışla karşıladılar. Annemin yarı kucağında yarı dizlerinin dibinde düğünü, daha doğrusu kadınlar arasındaki düğün eğlencesini baştan sona izledik. Baş akrabalardan olduğumuz için annemi geline yakın oturtmuşlardı. Düğün eğlencesi, Şerafettin Tan’ın kardeşi öğretmen Rafet Tan’ın bitişikteki evinin büyük odasında yapılıyordu. Odada yaklaşık 25-30 kadın, bir o kadar da çocuk vardı. Dabraklı gelin Hayriye’nin, ikinci evliliği olduğu için yüzünde duvak yoktu. Sade bir elbise giymişti. Kayriye Kadın da Şerafettin Tan’ın ikinci eşiydi ve üvey anne konumundaydı.
Düğünde çalgıcı yoktu. Zaten köyümüzde kavaldan başka çalgı çalan görmedik. Köy Enstitüsüne gidenler mandolin çalıyorlardı. Kadınlar siniyle tempo tutarak kıvrak türküleri söyleyip gelini, kaynanayı ve diğer kadınları oynatıyorlardı. Bir saat kadar oynandı. Arada çerez, tatlı, meyve ikramları yapıldı. Sonra yaşlı bir hanım, iki kadına seslendi. “………, …….. haydin gari şu geline nasl gelinlik yapacağını öğrediverin!” Biri yaşlı, biri orta yaşlı iki kadın odanın ortasına geldiler. Adına “Gelin Kaynana Oyunu” diyebileceğimiz bir seyirlik oyun oynadılar. Konuşmaları ve vücut hareketleriyle herkesi katıla katıla güldürdüler. Gelinin yüzüne baktım ara sıra. Zavallı gülmek istiyor ama ayıplarlar diye ağız dolusu gülemiyor, sadece tebessüm ediyordu. Güzel bir yüzü vardı, boyu uzundu (Bu evlilikten üç kızı dünyaya geldi.)
Seyirlik oyunda gelin rolünü oynayan kadının başına, bir yeni gelin başörtüsü sardılar. Kaynana rolündeki kadının yüzüne biraz kömür karası çalıp çirkinleştirdiler. Aralarındaki konuşmayı tamı tamına hatırlamamız mümkün değil tabii. Ancak, bazı ipuçlarını hatırlayabildiğimiz kadarıyla anlatmakla yetineceğiz.
Kaynana odanın ortasına geldi. Kapı önünde elleri önünde bağlı, başı eğik duran geline seslendi:
- Gız Minder ol, üzerine oturacayın!
Gelin geldi, yere büzüldü. Kaynana üzerine biraz oturup herkesi güldürdü.
- Gız gelin galk! Ayaglarımı yu!.
Gelin bir minder getirdi. Kaynanasının çoraplarını çıkarıp ayaklarını yıkar gibi yaptı. Gülmeler.
- Gız gelin. Sırtımı gaşı!
Geline bir kaşağı verdiler. Kaynanann sırtını kaşır gibi yaptı. Gülmeler.
- Gız gelin! Saçımı dara, bidlerimi ayıgla!
Gelin bu sefer, kaşağıyla saç tarar gibi yapar. İki başparmağı arasında bit öldürme hareketi yapar. Gülme dozu daha da artıyor.
- Gız gelin! Ağşama ne bişüdün?
- Bıdana (patates) varıdı kilerde. Bi de yımırta. O da üç dene galmış.
- Oğlan onları sevmez. Galg, gaygana yap, mıhlama yap, cizleme yap, saruğu burma yap. Gavagdan alma topla. Begmez yap. Dumlupunar’dan (iki km uzakta) su götü. Oğlum beg seve.
- Gız ana heç gavagda alma olu mu?
- Olu olu. Sen neyi bilecen? Büzüm evün gavaglarından alma yetişü. Horuzları yımırtla, yaa!
- Gız ana susadım. Ecüg izin ve!
- Yoo! Bilmeyan mı? Gelünle acıgmaz, susamaz, gonuşmaz, yorulmaz, otumaz, diğnenmez, yatmaz, uyumaz. Gel önüme otu. Sırtına binecen. Ayag yoluna götü beni.
Gelin, kaynananın önünde çömelir. Kaynana sırtına biner. Gelin üç dört adım sırtında taşır. Gülmeler daha da artar. Gelin sonunda hırçınlaşır. Odada bulunanlara fısıldar:
- Hele bi oğlanu doğurayın, gösderürüm sana gelinliği. Bana bu yapduglarının aynunu sana yapmayam mı, gör bagalım.
Gelin kaynana ortalığı gülmekten kırıp geçirirken herkesin bir gözü de yeni gelinin üzerinde. Gülüyor mu, ağlıyor mu? Annem sonradan sorum üzerine anlattı. Yeni gelinlerin çoğu oyunun sonuna doğru ağlamaya başlarmış. Gelinliğin bu kadar zor olduğunu bilmiyorlarmış. Bu düğünde ise, gelin durmadan gülümsüyordu. Ayıp olmasın diye gülemiyordu. İkinci evliliği olduğu için kaynana tecrübesini yaşamıştı. Gözü korkmuyordu anlaşılan.
O düğünden sonra büyüdük. Bir daha kadın düğün eğlencesine gitme şansımız olmadı.
Serap Efeoğlu’na doktora tezinde başarılar diliyoruz…
NAİL TAN