Pişmanlık durumu sonradan yaşanır. zamanında düşünüp-danışmazsanız/sormazsanız…
Bir de, işinizin gereğini yaparken özenli olmama yanında, içinize savsaklama, ihmalkarlık çöreklenirse…
Sonucu tahmin etmeye gerek var mı?
Başarılı olmak alnımıza doğarken yazılmış bir kere… Yaşamın anlamı bu zaten…
Ama hep başarılı olmak koşulu …. Bunu yerine getirebilmek sağlığa, zamana, koşullara, bir yerde maddi olanaklara vb. elimizde olan/olmayan nedenlere bağlı… Tüm koşullar vardır, yine de başarıyı yakalayamamışsanız; o zaman günahı/vebali başkalarında aramamak gerek…
Aynaya bakıp kendi/mizi arayıp bulmamız, görmemiz gerek…
Vardır bir nedeni mutlaka… İşte böyle bir iç sayışmada/muhasebede kendinize geldiğinizde “kar-zarar hanesi”ne “keşkeler” yazmaktan başka ne yapabilirsiniz ki?
Keşkelerle kendilerine “akıl bilemesi”, akıl yenilemesi yapıp ders çıkarabilenler; “yeni başlangıçlar” noktalarında bulurlar kendilerini…
Keşkeleri aşmış, başarı için akıl dengelemesine kavuşmuş olanların çıktıkları yolda kuşkudan çok yaşam deneyiminin güveni vardır benliklerinde/eylemlerinde…
•••
Zamanın ne getirip, ne götüreceğinin bir ölçütü yok. Ama, eylemsel anlamda amaç olarak peşinde koşulan her konunun başarı yanında riskinin varlığı kişiyi her yerde ve her zaman temkinli/ölçülü olmaya zorlayan bir başka konu…
Amaç: Keşke yaşamamak… Keşkeden korkmak…
•••
Toplumsal yaşamda da arzulanmayan/istenmeyen kimi kırılma anları/dönemleri oluyor, yaşanıyor ne yazık ki… Bu olumsuzluğun temelinde toplumsal heyecanın yitirilmiş olması yanında, öncelikle bilisizliğin, daha önceki benzer olaylardan ders almamış olmanın, vurdumduymazlığın yattığını kim inkar edebilir?
Az yapraklı demokrasi tarihimizde nice olayları tekrar-tekrar yaşıyor, adeta olduğumuz yerde dönüp duruyoruz.
1960’dan bu yana hangi askeri darbeden ders çıkardık kendimize? Hep karalama… Karalama… Ama “kendimiz sütten çıkmış ak kaşık” gibi…
Darbelerle gelen yenileri(!) aklımızca “sivil yeniler”le değiştirmede bile birbirimizle “akıl bilemesi” yapmayı bilmiyor, istemiyoruz.
Her konuşan “akıl, akıldan üstündür” biliyor da, iş yapmaya gelince “inadım inat” noktasından bir adım ayrılmayı kimse kendine yediremiyor. O zaman ortada ne sağlıklı bir diyalog oluyor, ne de bilgilenen kamuoyu…
Sesi fazla çıkan… demogojiyi beceren… biraz da yalanı sos olarak kullanan kazanıyor bu ortamda…
O zaman haydin hep birlikte “keşke” demeye…
Onu bile birlikte yorumlayıp, akortlu şekilde söyleyemiyoruz ne yazık ki… Yani, kendimize ders çıkarmayı bilmiyoruz.
Sonra da kalkıp, “Demokrasi… Demokrasi…” diye dövünüp duruyoruz.