Ülkemizin ekonomi ve işsizlik gibi, yıllardır çözülemeyen iki önemli meselesi var. Salgınbaşlayınca son bir yıl adeta kâbusa döndü. Öncelikle şunu söyleyelim, sağlık her zaman önceliğimizdir. Küresel salgın sadece bizi değil gelişmiş ülkeleri dezor durumda bıraktı.
Ekonomi düzene girmiyor. Temel sebep üretim düşüklüğü. Üretmeyen ekonomilerde her zaman kriz olur. Döviz yükselince fiyatlar arttı. Şimdi döviz düştü ama fiyatlarda iniş görmüyoruz. Piyasa bildiğini okuyor. Acaba neden? İktisat teorisine uygun olmayan iniş ve çıkışlardaki dalgalanma her zaman sorgulanır. Ayrıca ithalat ve ihracat arasındaki dengesizlik de çok fazla. Lüks tüketimle birlikte, israf ve gösteriş, ekonominin kanını emiyor. Örnek verelim; geçen seneki rakamlara göre, son on yılda telefon makinelerine 25 milyar Dolar ödenmiş. Etraftaki lüks arabaları hiç sormayın. Tüketim ekonomisinin yanına israf ekonomisini de ekleyelim. Bu arada, en büyük savurganlığın devlette olduğunu da söyleyelim. Sadece makam araçlarına bakmak yeterlidir bu konuda. Bilgisayar çağında, resmî binalardaki hacim genişliği de çok ilginç.
Salgın nedeniyle birçok iş yeri kapandı. Çalışanların büyük çoğunluğu asgari ücretli. Ayrıca günlük kazancı ile ev geçindiren binlerce insan var. Elektrik, su, doğal gaz ve yakacak gibi zaruri masrafları var. Temel gıda maddelerindeki fiyat artışlarından önemli ölçüde etkilendiler. Artık dayanacak güçleri kalmadı.
Üniversite bitiren gençlerin önemli bir kısmı işsiz. Rakamlara bakılırsa işsizlik oranı %12 dolayında seyrediyor. Kaldı ki bu rakamların ne kadar doğru olduğu ayrı bir soru işareti. İşsizliği önlemek için yeni iş sahaları açmak gerekiyor. Bu da yatırım yani para demek. Bankalar % 17 faizle para topluyor. Bunun üzerine en az 5 puan daha koyun. Girişimci insan bugünkü yüksek faizle yatırım yapamaz. Bir tarafta yüksek faiz, diğer yanda % 15 dolayında yüksek enflasyon. Bir kısır döngüdür gidiyor, arada yoksullar eziliyor.
Dar gelirli aileler çok sarsıldı. Kendilerini birkaç ay idare edecek birikimlerinin olmadığı görüldü. Bu kişiler için, ‘zaten asgari ücretliler, ne kazanıyorlar da birikim yapacaklar’ gibi sorular akla gelebilir. Bu konuda biraz farklı düşünüyorum. Bizim toplum tasarruf yapmıyor. Her ne olursa olsun, kara gün için bir köşede az veya çok bir akçenin olması gerekiyor. Marketlerden alış veriş yaparken, bazen en çok ne sattıklarını soruyorum, sigara diyorlar. Çocuklar da gazoz cinsinden içeceklere yöneliyor. Eskiden paralarını kumbaraya atarlardı, şimdi markete koşuyorlar.
Şurada on bir aydan beri salgın yaşanıyor, durum meydanda. 1939-1945 yılları arasında beş yıl dünyada savaş oldu. Ekmek, şeker, yağ karneye bindi demesi kolay. Allah saklasın, böyle bir savaş yaşansaydı halimiz nice olurdu acaba? Bu salgın belası, her alanda yeni bir strateji belirlememiz gerektiğini çok net ortaya çıkardı; özellikle de ilaç ve gıda ürünlerinde. Eğer devlet olarak yaşananlardan ders çıkarmazsak, gelecekte çok daha zor günlerle karşılaşırız.
Ekonominin sağlıklı işleyebilmesi için var gücümüzle üretim yapmak zorundayız. Bu da yetmez; öncelikle dışarıya mal satacak sektörlere yatırım şart. Ülkeye döviz nasıl gelecek? Ne var ki bizim toplumda 1950’den sonra hep tüketime ağırlık verildi, üretim düştü. Yeteri kadar sanayileşme olmadığı gibi, tarımda da çok geriledik. Dışarıdan buğday, mısır, nohut, fasulye, mercimek gibi hububat çeşitleri alıyoruz. Bu yıl listeye ayçiçek yağı da eklenmiş. Hayvancılık ülkesiyiz ama et ithalatı yapıyoruz. Yakın zamana kadar kendi kendine yeter bir ülke idik, şimdi bu özelliğimizi kaybettik.
Üretimi artırmanın yanında, köklü bir zihniyet değişikliğine de ihtiyaç var. Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki millîlik ruhuna yeniden dönmeliyiz. Aşağıda 1936 yılındaki gazetelere yansımış bazı örnek cümleler okuyacaksınız. Bu ifadelerde basit çözümlerle beraber, insanlara hedef gösterilmiş. Tutumlu olmaları, yerli malı kullanmaları, israf yapmamaları önerilmiş. O günlerle bugünleri karşılaştırınca aradaki zihniyet farkı açıkça görülüyor. Okuduktan sonra kendimizi de sorgulayalım. İşte onlardan seçtiklerim:
Yurttaş! Türk parası kaya gibi sapasağlam duruyor. En emin tasarruf parası Türk parasıdır.
Yurttaş! Bankada Türk paran var mı? Korkma! Çünkü Türk parası en sağlam paradır.
Yurttaş! Bankaya yatırılan para tarlaya atılan tohum gibidir, ürer.
Yurttaş! Son pişmanlık para etmez, genç yaşında artırmaya çalış.
Yurttaş! Para ile çok gıda. Bu sır, kuru yemişlerimizde var.
Yurttaş! İlim, kuru yemişlerin faydasını yeni yeni anlamaya başlıyor. Halbuki eski Türkler, uzun kış gecelerinde hep kuru yemiş yerlermiş. Atalarımızın bu âdetini yeniden evlerimize sokalım.
Yurttaş! Yabancı paraların düşmesi kaçınılmazdır. Türk parası akıllı olduğunu ispat etti.
Yurttaş! Kış gecelerinde misafirlerinize kuru üzüm, incir, fıstık, Malatya kayısısı, Antep fıstığı, badem, ceviz, elma, portakal ikram et.
Yurttaş! Pehlivanlar zeytinyağını niçin severler? En iyi kuvvet şurubudur da ondan.
Yurttaş! Türk köylüsü, yurdumuzun eşsiz mahsullerini senin için yetiştiriyor. Onları bol bol ye ki, köylünün yüzü gülsün.
Yurttaş! Her Türk, Türkiye malı kullanmalıdır.
Yurttaş! Yerli malı kullanmak ulusal ahlâkımız olmalıdır.
Yurttaş! Bankalarda biriken paramız 70 milyona yaklaştı. 100 milyona varılmalıdır.
Yurttaş! Gelirinden fazlasını sarf etme. Gelirinin en az%5’ini artır.
Yurttaş! Üzüm, incir, fındık, fıstık giren eve ilaç girmez.
Yurttaş! Çocuğunun sağlam olmasını istiyorsan ona bol bol üzüm, incir, fındık, fıstık, portakal, elma, kayısı yedir.
Yurttaş! Doktorlar elma ve portakalı yalnız en iyi gıda olarak tavsiye etmezler, bazı hastalıklara ilaç diye veriyorlar. Vitamin nedir? Vitamin üzüm, incir, fındık, elma, portakal demektir. Türkiye yemiş memleketidir. Yemiş en faydalı gıdadır.
Yurttaş! Her Türk, aile nüfusu başına senede 1 lira bankaya yatırmalıdır.
Yurttaş! Ulusal istihsalin artması yerli malı kullanmakla gerçekleşir.
Yurttaş! Bir şey alırken sor. Yerli mi? Yerli malı satmayan senden değildir.
MUSTAFA ESKİ