Hafta sonu evde geçen günlerin ve bunalmışlığın getirdiği ruh hali ile kendimi sokaklara attım.
Olukbaşı köprüsünün tam ortasında akan Karaçomak deresinin nazlı sesini dinleyerek Sinanbey Köprüsü’ne doğru yürümeye başladım.
Sokaklarda kimseler yok, in cin top oynuyor misali, ama maç kaç kaç devam ediyor öğrenemeden ağır adımlarla dere kenarından ağaçların gölgesi altında yürümeye devam…
Birkaç insanla yollarımız kesişti, ancak yüzlerinde maske olduğundan çoğunu tanıyamadım.
Sinanbey Camii yanından Hisarardı Mahallesine bir dönüş yaparak Şeyh Şaban-ı Veli Türbesine doğru ilerlemeye başladım.
Tarihi binalar ahşap evler gül kokan bahçeler beni benden aldı.
Rastladığım ahşap bir evin bahçesinde uzun zamandır hasret kaldığım et ekmeğine kavuştum.
Yanında ikram edilen kaşık helvası ise uzun yürüyüşümde bana enerji oldu.
Türbe ziyaretinden sonra istikamet Cumhuriyet Meydanı, yine az sayıda kişi küçük adımlarla dolaşmaktalar, nereye gittiklerini ne yaptıklarını algılayamıyorum.
Cumhuriyet Meydanı’ndan Kastamonu Kalesi’ni görüyorum, bütün ihtişamıyla beni davet ediyor.
Etraf mükemmel tarihi binalarla dolu.Bir tarafımda Anadolu’da açılan ilk lise, bir tarafımda eski Tekel binası ve özellikle Hükümet Konağı yani Valilik Binası…Seyretmeye doyamıyorum.
Biraz ileride tüm heybeti ile Kastamonu Saat Kulesi.
Tarihi Nasrullah Köprüsünden karşı tarafa geçip adı ve tadı dillere destan susamsız simit alıyorum, yanında Kastamonu pastırması ve demli bir çay olmazsa olmaz.
Münire Sultan Çarşısına giriyorum, şehre gelenlerin alışveriş yaptıkları yöresel lezzetleri buldukları bir mekan…Hesapta simit ve pastırma yemek var, ama bir davetle karşılaşıyorum. Yanında elma eğşisiyle birlikte banduma tabağı geliyor önüme.
Banduma ve eğşiden sonra, simitlere ve pastırmaya dokunamıyorum, olsun eve götürürüm bir de çekme helva alırım.
Münire Medresesi’nden çıkıp, Nasrullah Camii ve şadırvanın bulunduğu yere doğru ilerliyorum, güvercinlere yem verip billur gibi akan şadırvandan su içmeden gitmek olmaz, buradan su içen yedi kere Kastamonu’ya gelir diye bir rivayet varama ben zaten buradan gitmiyorum ki geleyim.
Bakırcılar Çarşısı’nı da oldukça özlemişim, belki de bu yerleri uzunca bir zamandır rahat gezememenin, oturup dostlarla bir çay içip muhabbet edememenin getirdiği hasret olarak dile getirebiliriz.
Hakikaten nerede bu insanlar?Neden etrafta kimseler yok?Etrafta çay içerek muhabbet eden hiç kimseler yok.
Halbuki bir zamanlar tüm işyerleri açık olurdu, insanlar alışverişlerini yaparlar gideceklere yere ulaşabilmenin huzuru içinde yürürler, çay bahçelerinde, oturulan banklarda siyasetten spora kadar konuşulur konuşanda kendince kendi fikrini kabul ettirmeye çalışırdı.
Şimdi kimseler yok, insanlar sessiz.Şehir kimliksiz olmuş.
Bu hafta sonu az da olsa gezmem uyanmam ile yarım kaldı, hoş bir rüyaydı bende kaldı.
Rüyaların gerçek olması, yeniden güzel ve normal hayata dönebilmemiz en büyük dileğim.
Bülend Çadırcıoğlu