Mitolojilerin, masalların ve efsanelerin yegâne kaynağı dağlardır. Erişilmez zirveleri, ölümcül kayaları, karanlık ormanları, kaynağı belirsiz sesleri, bazen tanımlanamayan canlıları ile gizem dünyasının merkezidir bu dağlar. Aynı zamanda ilkel zamanlara kadar geri gidildiğinde insanların sığınağı, insanı koruyan olarak kutsallaşan, kutsallaştıkça etrafında söylenceler oluşan, dağların kendi gizemli yapısına bir de bu kutsallığın sinmesiyle yeni bir ulaşılmazlık kazanan dağlar…
İnsanların belleğinde, her ulaşılmaz yer ya da olgu gibi dumanlı başları ile dağlar bir çeşit halüsinasyon etkisi yaratıp türlü, mistik ve kökeninin ne olduğuna dair neredeyse hiç çıkarım yapılamayacak efsaneler oluşturmuşlardır. Bu olgu neredeyse tüm dünyada da aynıdır.
Tabi bizim konumuz ise Kastamonu… Kastamonu bir dağ memleketidir. Her ne kadar denize uzunca kıyı veren bir yer olsa da belki benim bilgi ve kültür eksiğimden denizi çok da yaşantımıza taşıyabilmiş değiliz. Ancak coğrafyaya bakınca denizi kuşatan Küre Dağları, deniz hinterlandının etkisini hem karadan hem de denizden muazzam şekilde kısıtladığı görülür. Kastamonu kıyıları bu noktada çok dar bir şeride indirgenmiş olup, iç kesimlere kadar nüfuzuna engel olur…
Dağların kucağında var olan Kastamonu’nun ortalama rakımı 780-800 m’dir. Bu ortalama, Ilgaz Dağı ile 2578 m’lik zirvesi ile pik yaparken ilin güneyindeki doğal sınırını oluşturur. Bu zirvenin hemen kuzeyinde ise Yaralıgöz Dağı 2019 m’lik zirvesi ile kıyıya geçişin yüksek kapısını yaratır.
Yaralıgöz Dağı, neredeyse Amasra sırtlarına kadar ulaşan koskoca bir silsile olan Küre Dağları’nın başlangıcı (en doğu ucu) kabul edilir. Öyle bir yapısı var ki Küre Dağları ve zirvesi Yaralıgöz’ün, denizden hemen 25 km sonra, yani 0 rakımdan 2000 m’nin üstüne ulaşır ve ortalama 1750 m rakımla birlikte bu 25 km uzaklığı koruyarak Karadeniz ile iç kesimler arsında bir set oluşturmaya devam eder. Bazen bu oluşumun, Karadeniz’in hırçın ve devasa dalgalarıyla oluşacak taşkınlardan iç kesimler korumak için bilinçli bir set olarak yapıldığını da hayal ettiğim de olur…
Yaralıgöz Dağı, oldukça yüksek ve dik kayalık çift zirvesi ile herkesi büyüleyen bir dağ. Bu büyü sadece zirvenin şekli değil, barındığı ormanları, yarattığı habitatı ile de katlanıyor elbette. Doğanın büyüsü, zirvenin çoğu zaman dumanlı başı ile insanların zihinlerin de kutsal öykülerin de oluşmasına neden olmuş. Bu öykülerden en baskın olanı bugün de hala yöre halkının dimağında kalmış olan “Yaralıgöz”ismine ilişkin olandır.
Yaralıgöz Dağı’nın ismine ilişkin iki söylence bugün hala yaşamaktadır. Bunlardan ilki, dağın zirvesindeki büyük kayalıkta gözleri yaralı ya da kör bir kimsenin ya da bir dervişin uzun zaman yaşayıp dağa ismini vermesidir. Diğer söylence ise dağ zirvesindeki kayanın oldukça yüksekte olmasından dolayı sürekli sert rüzgârlara maruz kalıp, “yelli” yani sürekli rüzgâr esen anlamı ile aynı zamanda bu zirve kayalığının bir gözetleme noktası olmasından kaynaklı “Yelli-Göz” kelimelerinden geldiğidir.
Muhtemelen başka kökenleri olan isim, halkın dilinde ve belki de bellek unutması/zamansal yıpranmasından kaynaklı basit bir hikâyeye dönmüş durumda.
***
Yaralıgöz Dağına ilişkin şu an için bilinen en eski tarihsel yazılı kaynak ise Saltukname’dir. Tarihsel olayların bir kronoloji olmaksızın ve kurgularla sunulduğu Saltukname 1480’ler de Cem Sultan’ın emriyle bir araya getirilmiş halk söylencelerinin kitaplaştırılmış halidir. Saltukname, temelinde Anadolu’nun ve Rumeli’nin Türkleşmesi hikâyesini Selçuklular Döneminden Beylikler Dönemlerine kadar zamansal sıralamaları düzenli olmadan verir. Bu eserde Kastamonu Bölgesi’nin de Türkler eline geçmesi, yoğun çaba ve çatışmaları destansı bir havada verilir. Bölge, Saltukname’de “Kühistan” olarak geçer. Kühistan “Dağlık Bölge” anlamındadır. Kastamonu kenti ise “Cebeliye” olarak kullanılır ve “Cebel” kelime kökü de “Dağ” anlamına gelir. Bunun dışında Saltukname’de, şahıs isimlerinden türetilmiş olarak gösterilen Ilgaz, Yaralıgöz gibi yer adları ile Hasan Abdal (Abdal Hasan) ve Bostan Dede gibi bugün de isimleri bölgede yaşayan kahramanlara yer verir.
Saltukname’ye göre Kastamonu kısmen Sarı Saltuk’un bölgedeki faaliyetleri ve hemen sonrasında da Atabey Gazi tarafından ele geçirilir. Ama kısa süre sonra Bizans İmparatoru’nun yakını olan Moni isimli bir kadın deniz yoluyla gelip Kastamonu’yu ele geçirir. Ancak kentte yerleşik olan Müslümanlarla iyi geçinir ve onlara bir şey yapmazken, Sarı Saltuk’un Rumeli’ye gitmesi üzerine davranışlarını değiştirir. Halka zulüm başlar ve çevre kentlere de saldırılar olur. Bunun üzerine şikâyette bulunan halkın sözlerine kulak veren Selçuklu Sultanı şehrin geri alınması için 30 Bin asker ile Atabey Gazi’yi ve kendi kumandanlarından “Yer Alagöz”ü bölgeye gönderir.
İlk savaş Tosya civarında olur ve Bizans ordusu geri çekilir ve ovalık bir alanda ki burasının da Devrekâni olabileceği düşünülür, burada konuşlanır. Burada yapılan ikinci savaşta Moni üstün gelir ve Kumandan Yer Alagöz’ü esir alır. Ordugâha götürülen Yer Alagöz, tam Moni tarafından öldürüleceği sırada Bizans Ordusundan bir general, öldürülmemesini ve esir olarak daha çok işe yarayacağını söyleyerek, o yöredeki yüksek bir dağın (Yaralıgöz) üzerinde bir keşişin yaşadığı, çok sarp bir kayalıkta olan ve tırmanmak gibi kaçmanın da çok zor olduğu bir mağaraya kapatılmasını ister. Bu metinde bu dağ için “Küh-i Bülend” ifadesi kullanılır ki yine Farsça “Yüksek Dağ” anlamına gelir.
Belirli bir zaman sonra Sarı Saltuk Rumeli’nden geri döner ve Yer Alagöz’ün esir alındığını öğrenince hemen harekete geçer. Sarı Saltuk yanına aldığı yedi asker ile Yaralıgöz Dağı’nın en yüksek noktasına çıkar, burada bir “Hacet Namazı” kılar ve ardından bu noktaya “güller” diktikten sonra Yer Alagöz’ün tutulduğu mağarayı bulur ve Türk Kumandanı kurtarır. Sarı Saltuk daha sonra bu dağı kumandan mülk olarak verir ve o tarihten itibaren de dağ “Yer Alagöz” bugüne de “Yaralıgöz” olarak biline gelir.
Her ne kadar sonradan yaratılan suni bir tarih çalışması gibi görünse de Saltukname, nihayetinde yörelerden toplanan halk hikâyelerini temel alır. Bu noktada da yörelerde yaşayan halkın belleğindeki binlerce yıllık hikâyeler çağın modasına ve eğimlerine göre şekil almasıyla, aslında o efsanenin bugün olduğu gibi o gün için de bilinmez gerçek köklerine bir bakış atmıştır. Yani kısacası özellikle Anadolu gibi bir coğrafyadaysanız her bir hikâye içinde bugün gizemi belki de hiç çözülemeyecek gerçekleri barındırır. Bu nedenle Saltukname gibi her bir anlatı oldukça önemlidir.
***
Mekânların isim kökeninde, geri giden izleri tam olarak tespit edemesek de, nadir görülen bir doğa olayı, değişik bir coğrafi ya da topografik oluşum, insana dair önemli bir olay gibi unsurlar bulunabilir. Yaralıgöz Dağı içinde böyle bir olayı beklemek ve hatta Kastamonu’da konuşulan daha eski bir dilden gelen Türkçeleşmiş bir ses benzerliği de beklemek olabilir.
Coğrafi bir şeklin isim kökeni olabileceğine dair bir benzetme de küçük bir olasılık katkısı olarak benden gelsin. Herhangi bir temeli olmayan bu savı sadece bir benzeşim üzerinden kuruyorum elbette.
Yaralıgöz Dağının kuzeydoğu zirvesinin arkası yani doğu yamaçlarındaki bir şekil benim de hep ilgimi çekmişti. Bu şekil, özellikle dikine giden kırıklara sahip zirvede o dik çizgilerden çıkan oval bir oluşum. Özellikle birçok açıdan bakıldığında dağ kayalığının genel kırılması ve şekline aykırı olan bu oluşum, biraz zorlasak, insan elinden çıkmış bir insan kafasına ait bir heykel ya da rölyef gibi durmakta. Şeklin detaylarına bakıldığında ise burunu, kaşları, gözleri ve diğer detayları ile tam bir kafa olduğunu görüyorsunuz. Ötesinde, şeklin sağ yani dışa bakan kısmı kafanın geneline göre simetrik ve oranlı burun ve gözler şeklinde görülürken; dağ kısmında kalan kısım ise asimetrik, diğer yüze göre daha aşağı düşmüş kaş çizgisi ile “yaralı bir yüzü” dahası bu asimetrik kısımda göz kısmının tahribatından dolayı “yaralı bir gözü” oluşturduğu söylenebilir.
Her ne olursa olsun, insanın yaşadığı tüm mekanlar, coğrafyalar nereye dayanırsa dayansın insanın kurgusuyla öykülenmiş, karakter kazanmış ve toplum hayatının kültürel katmanlarında kutsallıktan söylenceye, trajediden kahramanlığa kadar giden bambaşka katmanlar yaratmıştır.
MURAT KARASALİHOĞLU