Bu yıl 17 Nisan’la başlayan hafta “Köy Enstitüleri Haftası” olarak dünyayı saran koronavirüs salgını (pandemi) nedeniyle etkinliklerle anılamayacak gibi görünüyor olsa da basın aracılığıyla anılacaktır. 17 Nisan 1940’ta3803 sayılı yasayla açılan Köy Enstitüleri kapatılmasaydı bu gün açılışının 80. yılı kutlanacaktı.
Köy Enstitüleri, kapatılmalarının üzerinden uzun yıllar geçmesine ve unutturulmaya çalışılmasına karşın kendisinden sıklıkla söz ettiriyor. Özellikle eğitim çıkmazına saplanan ülkemizde son 30-40 yılda, tek kutuplu dünya düzeni sarmalında güncellik kazandı, yoğunlukla anımsanır oldu. Türk devrim sürecinde özel öneme sahip bu kurumlar; devrimci kuşakların yetişmesine büyük katkı sağlamış ve eğitimde büyük adımların atılmasına öncülük etmiştir.
Kurtuluş Savaşı, yokluk ve yoksulluk içinde bütün hızıyla sürerken Mustafa Kemal, 1 Mart 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında “… gerekli olan ön bilgileri iş üstünde öğretmek yöntemi, eğitim ve öğretimin ana kuralı olmalıdır…” ve yine Cumhuriyetin ilanından yaklaşık 10 ay sonra 25 Ağustos 1924’te “ Öğretmenler Birliği Kurultayı”ndaeğitim-öğretim konusundaki düşüncesini “…erkek ve kız çocuklarımızın eşit olarak, bütün öğrenim basamaklarındaki eğitim ve öğrenimlerinin iş ilkesine dayanması önemlidir…” diye açıklıyordu. Onun bu görüşleri, Köy Enstitüleri’nde uygulanacak eğitim felsefesi ve öğretim ilke ve yöntemlerini ortaya koyuyordu ki, yeni kurulacak devletin eğitimuygulamasında izleyeceği yöntemin önsözü gibiydi.
Cumhuriyet’te ilk köy öğretmen okulları açıldı
Cumhuriyet kurulduğunda ülkede okur-yazarlık oranı % 8’di. 40 bin köyden 4.894’ündeki okullarda 14.309 öğretmen vardı; daha 23 bin öğretmen gerekliydi. Bu nedenle Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, köy çocuklarının eğitimi amacıyla erkek ve kızların birlikte eğitim ve öğrenim göreceği Kayseri-Zincidere ile Denizli’de iki köy öğretmen okulu açtı; arkasından “Millet Mektepleri” ile halk eğitimini başlattı; halkevleri açıldı. Bu mekteplerde ilk yılda 14-40 yaş arasında 600 bin yurttaşımıza okuma-yazma öğretildi. Ne yazık ki bu uygulamanın başarısını göremeden 1 Ocak 1929’da genç yaşta aramızdan ayrıldı. Ölümünden sonra açtığı iki köy öğretmen okulu da tutucu, gerici ve yobaz güruhun baskısıyla kapatıldı.
Tonguç Baba’ın atılımı ve Köy Enstitüleri’nin kısa tarihi
1935’te Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, İsmail Hakkı Tonguç’u, vekâleten İlköğretim Genel Müdürüolarak atadı. Tonguç, 1936-1937’de Eskişehir-Çifteler, İzmir-Kızılçullu ile sonraki yıllarda Kırklareli-Kepirtepe ve Kastamonu-Göl Köy Eğitmen kurslarını açtı. Bu kurslara askerliğini çavuş, onbaşı olarak yapan köylü gençlerden zeki olanlar alınıyor, 6 aylık kursta okuma-yazma, aritmetik gibi yaşamsal basit bilgiler öğretiliyor, köye eğitmen olarak gönderiliyordu. 1937’de Eskişehir ile İzmir’de, 1938’de Kırklareli, 1939’da da Kastamonu’da birer köy öğretmen okulu açıldı. Bu okullarla birlikteyurdun diğer bölgelerinde de açılan köy öğretmen okulları 17 Nisan 1940’ta çıkarılan 3803 sayılı yasa ile Köy Enstitüsü adını aldı. 1944’te sayıları 20 olan enstitüler, 1948’de 21 oldu. Yine 1944’te bu okullara öğretmen yetiştirilmesi amacıyla Hasanoğlan’da “Yüksek Köy Enstitüsü” açıldı; ancak uzun ömürlü olamadı ve 1947’de kapatıldı.
Köy Enstitüleri üretken kurumlardı
Köy Enstitülerine alınan öğrenciler, köylü çocuklarıydı. Onlar burada aldıkları eğitimle Cumhuriyet aydınlanmasının neferleri ve öncüleri olacaklardı. Bu okulların açılış amacı, ezberci medrese anlayışından uzak, temel felsefesi işe göre eğitimdi ve seçkinci eğitimden halkçı eğitime geçmeyi içeriyordu. Eğitim, Atatürk’ün hedeflediği “akıl ve bilim”in yol göstericiliğinde yapılacak ve bu enstitüler aracılığı ile “Türk Rönesans’ı” gerçekleştirilecekti.
Enstitülerde kızlar da erkekler de yatılı ve karmaydı, “İş içinde ve işe göre” eğitim-öğretim programı uygulanıyordu. Eski, yamalı giysilerle gelen köy çocukları, devlete emanet edilmiş, çok yönlü yetiştirilen (öğretmen, sağlıkçı, inşaatçı, terzi…) bu çocukların hepsi birer Anadolu çoban ateşleri, devrimlerin savunucuları, halk önderi birer eğitim neferi olarak yurdun dört bucağına dağılmışlardı. Bu çoban ateşleri okulda çalgı aleti çalmayı da öğrenmişlerdi ki, bu zorunlu eğitimin bir parçasıydı. Türk insanının -özellikle köylünün- aydınlatılması amaçlanmıştı. Belli ölçüde bu amaca ulaşılmış olması, işe göre eğitimin Türk insanının yapısına, karakterine ne kadar uygun olduğunu gösteriyordu. Ülke tarihindeki kısacık ömrüne çok şey sığdırdı, dünya eğitim tarihine “Türk Eğitim Mucizesi” olarak damgasını vurdu.
Kuruluşundan günümüze uzanan zaman diliminde üzerinde en çok konuşulan, yazılar yazılan eğitim kurumları hiç kuşku yok ki Köy Enstitüleri oldu. Bu kurumlarda yetişenler, genç Cumhuriyete bağlı, Atatürk devrimlerini sahiplenen, birey olma bilinciyle sorgulayan, akıl ve bilim yolunu seçen aydınlık düşünceli insanlardı.
Köy Enstitüleri neden kapatıldı?
Sorunun yanıtını en çarpıcı biçimde aşağıdaki öykü veriyor:
Köy Enstitüleri, İkinci Dünya Savaşı (İkinci Paylaşım Savaşı) koşullarında açılmıştı. Savaş sona erdiğinde, yeni bir dünya düzeni oluşmaya başlarkenaynı zamanda oluşan yeni düzen, dünyanın ABD emperyalizminin egemenliğine girmeye başladığı yıllardı. Türkiye’de bu süreçte “demokrasiye geçiyoruz(!)” diye çok partili yaşama geçildi. Tüm karşıdevrimciler, gericiler, cumhuriyet karşıtları, siyasal İslamcı yobazlar “CHP, bu kurumlarda komünist yetiştiriyor, kızlarla erkekler birlikte yaşıyor, bebek düşürenler bile var.” diyerek halkınen can alıcı ahlak anlayışını etkili propaganda malzemesi olarak kullandı.
Ülkede yeni kurulan ve emperyalizme bağımlı Demokrat Parti (DP), siyasal ideolojisi gereği hızla gerici, dinci bir söylemle, Atatürk devrimlerine, Cumhuriyetin kazanımlarına ve çağdaşlaşmaya karşı tavır aldı.
Köy Enstitülerinin kapatılmasındaki en temel neden, Türkiye’deki dışa bağımlı, güdümlü sınıfsal çelişkilerdi. Oysa bu kurumlar, yeni Türkiye için bulunmaz birer uygulamaydı. Bu uygulamadaki başarı Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’undur. Köy Enstitüleri’ne toprak ağaları, kasaba mütegallibesi, CHP içindeki kimi tutucu ve gerici gruplar, bürokrasinin yüksek kademesindeki kimi yöneticiler, kimi din adamları, dinci bezirgânlar,siyasal İslamcı yobazlar ile kimi solcu aydınlar (!) karşıydı. Bunların önemli bir kısmı DP’de yer almışlardı.
Köy Enstitüleri’nin kapatılmasına ilişkin, Kastamonu eski milletvekili Sabri Tığlı belgeliğinden aldığım özgün anı (kısa özeti) gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya sermektedir.
Kinyas Kartal, Doğu Anadolu Bölgesi’nin ağalarından ve politikacılarındandır. Sabri Tığlı, bir gün kardeşinin evine gittiğinde, orada Kinyas Kartal’la karşılaşır. Yıl 1958’dir. “Ağa, sen bilirsin. CHP, Türkiye’ye komünizmi getirmek için mi kurmuştur Köy Enstitülerini?” diye, sorar. Moskova Harp Akademisi mezunu toprak ağası yanıt verir: “Yok canım. Onlar komünizmi benim kadar bilmezler. Bak ben sana bunun aslını anlatayım. Benim köylülerimin işlerini ilçe merkezlerinde benim adamlarım yapar. Benim köylülerim devlet kapısını bilmezler. Askere mektubu benim adamlarım yazar, gelen mektupları da benim adamlarım okur. Muhtarın kararlarını benim adamlarım yazar, doğum, ölüm kararlarını benim adamlarım doldurur. Ücretlerini de alırlar. Bu işler böyle sürerken, benim köylerimden ikisine Akçadağ Köy Enstitüsü çıkışlı iki öğretmen geldi. Altı ay sonra bu köyler bana biat etmekten çıktılar. Biz Doğulu ağalar oturduk, düşündük. Eğer bu Köy Enstitüleri on yıl devam ederse Doğu’daki ağalık ölecek. Diyeceksin ki: ‘Sen köylülerin uyanmasını istemez misin?’ İsterim istemesine de ben sağlığımda ağalığımın öldüğünü görmek istemiyorum. İşte bunun üzerine biz Doğulu ağalar, Demokrat Parti ile pazarlık yaptık. ‘Köy Enstitülerini kapatmaya söz verirseniz oyumuzu size vereceğiz.’ dedik. Söz verdiler, oyumuzu verdik, onlar da sözlerini tuttular, Köy Enstitülerini kapattılar.” Sözlerini bitirdikten sonra da “Bak genç, eğer bu anlattıklarımı başkalarına anlatırsan, konuştuklarımı inkâr ederim, böyle bir konuşma olmadı derim.”sözlerini, biraz da tehdit içerir biçimde bitirir.
1952’de programları değiştirilen Köy Enstitüleri, 27 Ocak 1954’te çıkarılan 6234 sayılı yasayla resmen kapatılarak ilköğretmenokulları’na dönüştürüldü. Ancak Köy Enstitüleri’ndeki o üretken ruh, bu okullarda da varlığını sürdürdü. Bugün o ruha öyle çok gereksinmemiz var ki!..
Özetle;
Köy Enstitüleri’ni,olmadık yol ve yöntemlerle kapatan-kapattıranlar, çağdaşlaşma yolundaki geleceğin aydınlık Türkiye’sine yazık ettiler. Bugün acısını genç kuşaklar çekiyor, daha uzun süre de çekeceğe benziyor. Bunların kapatılmasını savunanların yandaşları, eğitim-öğretimden söz açıldıkça pişmanlıklarını dile getirip “ah vah!” demekte, bu okullardan övgüyle söz etmektedirler. En kötümser ifadeyle bu bile önemlidir; ama bu kurumların özgün yapılarıyla bir daha geri gelmeyeceğini de hepimiz biliyoruz.
Süreç içinde bugüne gelindiğinde, Köy Enstitüleri’ndeki halkçı eğitimi terk eden tutucu ve gerici siyasal İslamcı iktidarlar matematik formülü gibi ortaya attıkları 4+4+4 eğitim uygulamasına geçtiler. Bu uygulamanın eğitimde çıkmaz sokak olduğunu herkes görüyor, biliyor. Bu uygulama kafalardaki dogmatik düşüncenin hayata geçirilmesinden başka bir anlam taşımaz. Ne pahasına olursa olsun yol yakınken bundan dönülmeli, gerçek yol göstericinin akıl ve bilim olduğu gerçeğiyle yeniden Cumhuriyetin kuruluş felsefesi esas alınarak ulusal, halkçı ve demokratik eğitime geçilmelidir.
Köy Enstitüleri’nde halkçı eğitimi yaşama geçiren Cumhuriyetin devrimci kuşaklarını saygıyla anıyoruz.
Selam olsun Mustafa Kemal Atatürk’e!
Selam olsun Hasan Ali Yücel’e!
Selam olsun İsmail Hakkı Tonguç’a!
Selam olsun Köy Enstitülülere!
Selam olsun Cumhuriyetin devrimci öğretmenlerine!
Ahmet KAHVECİ
Eğitimci-Yazar
(Kastamonu-Göl Eğitim Kurumları Mezunları Vakfı Eski Başkanı)
e-posta: [email protected]