Nasrullah Meydanı’nın zemin döşemesi seneyi devriyesini geçti, yer yer patlayan parkeler olsa da genele bakıldığında “taş” gibi duruyor zemin, derhal onarım başladı, kırılanların yerine yenileri yerleştiriliyor, “Kalan sağlar bizimdir”…
Ya meydanın tamamındaki taşlar “fos” çıksaydı?
Yayalaştırılan meydana “araç” trafiği günün her saatinde “kontrollü” olarak veriliyor, “köy” meydanındaymış gibi yürümemekte fayda var…
En ufak trafik kazası olmaması hem sürücülerin hem de yayaların hassasiyetlerinin nişanesi.
Onarım esnasında yer döşemesinin çekeceği ağırlığın yeni baştan hesap edildiğinden şüphe yok…
Üzerinden kamyon geçmesiyle insan geçmesi aynı değil kuşkusuz.
Meydanda taşıt parkına da günün her saatinde “kontrollü” olarak izin veriliyor…
Vesait yolun ortasına bırakılmasın yeter.
Yerinden oynamış parkelerin altına yağmurlu havalarda dolan su, üzerine basan vatandaşın üstüne sıçrar, bir nevi meşhur “mayın tarlası” oyunu oynama fırsatı olurdu bu sayede…
Tamirattan sonra bu “eğlence” ortadan kalkmış olacak.
(Olukbaşı civarındaki “ışıklı yer döşemesi” de ayrı “oyun” olanakları sunuyordu yayalara aslında, ışık yanan parkenin üstüne basmadan yürümek bile hem eğlence hem de sportif etkinlikti…
Gelen şikayetler üzerine “ışıklı parke” uygulamasının iptal edildiği iddia ediliyor.)
Nasrullah Meydanı hem tarihsel kıymetine hem de turizm kimliğine uygun olarak ışıl ışıl parlıyor, eskiyen kesimleri titizlikle onarılıyor…
Buna da şükür.
Kastamonu’nun
“felsefi” yüzü
Her yaştan felsefe gönüllüsünü buluşturan “Kastamonu Felsefe Akademisi”nin son atölye konusu Alan Gewirth’in“Mutlak Haklar Var mıdır?” makalesi oldu…
“Mutlak haklar var mıdır?”, “Hakların sıralanması mümkün müdür?”, “Yaşam hakkı mutlak mıdır?”
Felsefeci Doç. Dr. Sibel Kibar’ın “kolaylaştırıcı” emeği ile Kant’tan Hohfeld’e filozoflar, “Eşdeğer Tutarlılıkİlkesi”nden“İlke Mutlakçılığı”na düşünce yolları konuşuldu…
Her kafadan ses çıktı!
Yerleşimleri “şehir” yapan “Felsefe” ve “Matematik” bilimleriyle mesafesidir…
Bu iki bilim dalından uzak duran yerleşimler “resmiyette” bu unvanı almış olsalar bile olsa olsa “tabela” şehridirler, şehir namını “fiilen” hak etmemişlerdir.
“Felsefe” ve “Matematik” bilimleri, hayatı anlamanın “gerek” ve “yeter” şartlarıdır…
Bu ikisinden eksik kalanların ömrü “havanda su dövmek” ile geçer.
(Maarif sistemimiz her ne kadar “felsefe” ile “matematik” bilimlerini ders skalasının iki ayrı ucunda değerlendirse de…
İç içedir, birbirinin devamıdır, madalyonun iki ayrı yüzleridir.)
81 vilayet içinde felsefeyi şehre “indiren” kaç şehir vardır?..w
Hele sıkletimizdeki iller kayda alındığında, “Kastamonu Felsefe Akademisi” ilimiz namına esaslı bir “referans” haline geliyor gün gün.
Kastamonu’nun “felsefi” yüzüdür “Kastamonu Felsefe Akademisi”…
Her kesimden gönüllü katılımcısıyla.
Kastamonu Felsefe Akademisi atölyelerine salonlarını açan Kastamonu Belediyesi ise ayrı bir takdiri hak ediyor…
Şehrin “felsefi” yüzünün ortaya çıkmasına destek verdiği için.
Kadim şehir Kastamonu…
Kadim bilgiyi geleceğe taşıyor.
Yaşar kalbimizde
Bin ejderhalı dünyaya
Eli cebinde meydan okurdu
Muzip gülümsemesiyle yıkardı cümlesini
Kahkahası ile toprak atardı üstlerine
Yaz kış eserdi
Yalan dünyanın mumlarını söndürmek derdiyle
Ömrünce dik durdu
Hadsizler boylarının ölçüsünü alsın diye
Kendi evreninin tek vatandaşıydı
Hayatının tek patronuydu
Tek başına yürümeyi severdi
Gönül adamlığının tek taşıydı
İç falso verirdi kelimelerine
Ölü yaprak bırakırdı frikiklerini
Muz keserdi köşe atışlarını
Gol kralıydı erdem liginin
Mal mülk mevki makam para pul
Hiç eyvallah etmediği kelimelerdi
Özgürlük mikrobuyla geçirdi tüm ömrünü
Tedaviyi elinin tersiyle iterek
Erken ayrıldı cismi
Dünyaya kattıkları yetti
Unutulmaz ismi
Yaşar kalbimizde
MUSTAFA AFACAN