Kastamonu Fotoğraf Sanatı Derneği-KASFOT ’un düzenlediği “Güneydoğu gezisi” uzun zamandan beri beklediğim görmeyi çok arzu ettiğim yerler arasında yer alıyordu.
Bir anlamda Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan Mezopotamya adı verilen ve bu bölgedeki Adana, Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Diyarbakır’ı gezme ve az da olsa tanıma imkanımız doğdu.
İlk gezi haberi Kastamonu’dan başlayan ve sonunda yine Kastamonu’da sona erecek otobüs yolculuğu olarak duyuruldu.
Sonra fikirler değişti ve Kastamonu-Ankara otobüs, Ankara-Adana uçak orada bizi karşılayacak olan otobüsle belirtilen illerde gezip konaklayıp en son Diyarbakır’dan Ankara’ya yine uçakla seyahat edilip Ankara’da bizi bekleyen otobüsle Kastamonu’ya gelmek olarak gezi duyuruldu.
Bu plan doğrultusunda yapılacak olan gezi en azından yol anlamında çok yorucu olmayacaktı da bütün mesele benim bu yaşıma kadar hiç uçak tecrübem yani uçağa binmemem bende sıkıntı yaratmıştı. Hatta KASFOT başkanımızın “merak etme hiçbir uçak öyle veya böyle havada kalmıyor neticede iniyor” diyerek beni gaza getirmesi aksine üzerimde daha da olumsuz hava yarattı, ancak efeliğe de kondurmamak gerekiyordu.
Sonunda bilmemek ayıp değil binmemek ayıp diyerek kendimi Esenboğa havalimanında buldum. Uçağın bu kadar keyifli olabileceğini hele uçağa binebileceğimi hayal bile etmemiştim, şimdiye kadar neden uçakla seyahat etmediğime çok üzüldüm.
İlk durağımız olan Adana’da Sabancı Camii, tarihi Taşköprü ve eski Adana şehir merkezi, Antakya’da St.Pierre kilisesi ve Habib-i Neccar Camii.
Habib-i Neccar, Anadolu’da kurulmuş olan ilk cami. Caminin sınırları içinde ziyaretgâhı bulunan ve camiye ismini veren zâta Yasin Suresi’nde yer verildiğine inanılıyor.
Hz. İsa’nın peygamberliği döneminde halkı putperest olan Antakya’nın tevhid dinini tebliğ için vazifelendirilen elçileri Yahya, Yunus ve Şem-un Sefa’nın (ki yabancı metinlerde bu isimler Yuhanna, Pavlus ve Petrus olarak geçiyor) kabirleri bulunduğu için de Hristiyanlar tarafından önemseniyor. Bu cami farklı dinlerin, dillerin, ırkların, mezheplerin kardeş olduğu bu şehirde Habib-i Neccar Camii hoşgörünün, kardeşliğin merkezi.
Hatay’da gece konaklamamız sırasında kaldığımız otelde akşam yemeğinde ikram edilen künefe ise dillere destan künefeyi çok severim ve bir çok yerde yeme imkanım oldu bu yerlerde yediklerim künefe ise Hatay’da yediğimiz ne? Mükemmeldi.
2.gün Gaziantep kalesi ve çevresi, eski çarşılar ve hanlar, bakırcılar çarşısı, tarihi kahveciler gezildi. Görülmesi gereken yerlerden biri de Zeugma Mozaik Müzesi.
Gaziantep baklavası denir ya benim favorim katmer oldu en kolay anlatım şekli bizim bildiğimiz katmer görünümde ancak şekerli ve içi-üstü bolca antep fıstıklı üzeri kaymaklı servis edilebiliyor resmen damaklar bayram etti.
- gün Şanlıurfa’ya hareket önce Halfeti ve Birecik Barajı üzerinde tekne turu, tur esnasında 2000 yılında yapılan barajla birlikte çoğu su altında kalmış köyleri ve daha da acısı yaşanmışlıkları içiniz acıyarak gözlemliyorsunuz.
Harran Ulu Cami kalıntılarını gezebiliyorsunuz. Levhada yer alan açıklayıcı bilgisinde “Anadolu’da İslam mimarisinde yapılmış en eski Camii. Ulu Camii veya Cennet Camii olarak bilinen bu anıt eser son emevi halifesi II.Mervan tarafından 744-750 tarihleri arasında inşa edildiği ve restorasyon çalışmaları yapıldığı” yazıyor.
Akşamüstü otelimizin çok yakında olmasından dolayı Balıklı Gölve çevresini doya doya gezdik. Ben gitmedim ancak grubumuz akşam sıra gecesi düzenlenen bir yere gitti anlattıklarına göre olay kültürel olmaktan çıkıp tamamen ticarete dönüştüğünden çok da memnun olmamışlar.
Şanlıurfa’da da oldukça fazla gezilecek tarihi ve kültürel yerler var. Yemek işine gelindiğinde ise ciğer ve kebap midenizde bayram havası esintisi bırakıyor.
Bu yöreye geldiğinizde acıyı seviyorsanız isot mutlaka alın.
Mardin’deilk olarak Deyrulzafaran Manastırı gezildi.
İsa’dan sonra 5. yüzyılda inşa edilen Deyrulzafaran Manastırı, muhteşem mimarisi yanında Süryani Kilisesi’nin önemli merkezlerinden biri. 1932’ye kadar 640 yıl boyunca Süryani Ortodoks patriklerinin ikametgah yeri olarak kullanılmış.
Manastır, Mardin’in 4 kilometre doğusunda, bir dağ yamacında, Mardin ovasına hakim bir noktadaüç kattan oluşuyor. Manastır 5. yüzyıldan başlayarak farklı zamanlarda yapılan eklentilerle bugünkü haline 18. yüzyılda kavuşmuş.
- yüzyıldan itibaren Manastır’ın etrafında yetişen safran bitkisinden dolayı Manastır, Deyrulzafaran (Safran Manastırı) adı ile anılmaya başlanıyor.
Mardin’deki Ulu Camii ve Kasımıye Medresesi yanı sıra Artuklu Kervansarayı, Zinciriye Medresesi vb. birçok gezilmesi gereken yerler var.
Eski Mardin de özellikle dikkatimi çeken hiçbir işyerinin önündeki levhalar değişik değil hepsi aynı sadece değişen tek şey dükkan cephesinin genişliğine göre levhaların uzunluğunun değişmesi, levhaların yazı boyutlarında bile asla farklılık yok.
Mardin’in yemekleri de birbirinden farklı doyumsuz lezzetler sunuyor Mardin Tabağı istediğinizde çeşitli yöresellerin bir arada olduğu lezzetleri tadabilirsiniz. Her ne kadar ilk önce Mardin Tabağını Mardin Kabağı olarak anlayanlarımız olsa da Mardin ve Midyat da geçirdiğimiz zamanlar gezimizin belki de en keyifli anlarıydı.
Hasankeyf’in sular altında kalmadan önceki son halini de görmüş olduk.
Diyarbakır’da ise 10 gözlü Taşköprü – Ulu Cami ve Keçi burcunu yakından gözlemleme fırsatımız oldu.
Gezi boyunca tüm gezdiğimiz yerlerde Hatice Sezen Özdikmenli’den fırsat buldukça bizde tarihi ve kültürel yerleri fotoğraflamaya çalıştık.
Gezimiz esnasında düşünmeden edemedim acaba Camilerin yanı sıra Manastır, kilise ve sinegogların olduğu yerlere medeniyetlerin buluşması diyerek daha mı çok insan ziyaret edebiliyor.
Türkiye’nin her bölgesi her şehri ayrı bir güzel ancak benim gözümde Kastamonu çok daha başka, çok daha güzel, çok daha özel.
Bülend Çadırcıoğlu