Ertan Demirhan atadan kaportacı… 47 yıldır içerisinde olduğu kaportacılığı babasının yanında Amerikan ve Alman malı otomobilleri onararak öğrenen Ertan Demirhan’la dedelerinin tamircilik yaptığı yılların hikayesini, mesleğin bugünkü durumunu, ustalık ve çıraklık ilişkilerini konuştuk.
– Ertan Usta, aileden gelen mesleğinin hikayesini anlatır mısın bize…
ED: Kaportacılık mesleğini babamdan öğrendim. Meslekte ailenin dördüncü kuşağıyım. Birinci kuşak dedemin babası Ahmet Usta. İkinci kuşak dedem, Makascı Recep Usta. Üçüncü kuşak babam kaportacı İhsan Usta. Dördüncü kuşak da ben Ertan Demirhan. En büyük dedem Ahmet Usta, at arabalarının çok olduğu 1900’lü yıllarda at arabası tamirciliği ile mesleğe başlamış. Yıllarca aynı mesleği yapmış. Dedem Recep Usta da ata araba tamirciliğini ve oto makascılığını babasından öğrenmiş. Askere gidene kadar da babasının yanında çalışmış. 11 yıl askerde kalmış. İngilizlere esir düşmüş. Ayağında kurşun yarasıyla memlekete dönmüş. Askerde iyi usta olduğu bilindiği için, ordudan gelen talep üzerine, 300 süvari arabası yapıp orduya teslim etmiş. Teknolojinin geri olduğu 1920’li yılların kamyonlarını bozup yolcu otobüsüne çevirmeyi başaran büyük ustanın torunuyum.
– Dedenizin 11 yıl askerlik yaptığını söylediniz…
ED: Dedem Yemen’e savaşa gitmiş. İngilizlerle savaşırken esir düşmüş. 11 yıl sonra geri dönmüş. Babası dedemden uzun yıllar haber alamadığı için öldü diye düşünüyormuş. Hiç beklenmedik bir anda, dedemi karşısında görünce o an dili tutulmuş ve ölene kadar da bir daha konuşamamış.
– Dedeniz Recep Usta’nın kamyonları yolcu otobüsüne çevirdiğinden bahsettiniz, nasıl başarmış? Anlatır mısınız?
ED: Kamyonları bozup yolcu otobüsüne çevirmiş. Otobüslerin içini önce ağaçtan, dışını da sacdan yapmış. Kamyonlar otobüse çevrilirken babam kaportacı İhsan Usta dedemin yanında çıraklık yapıyormuş. Babam da kaportacılık merak sarmış. Kaportacılık mesleğini daha da geliştirmek için Ankara’ya gitmiş. 1955 yılında mesleğin inceliklerini öğrenip geri dönmüş. Gazipaşa İlokulu ile İl Sağlık Müdürlüğü’nün yanında , o zamanın sanayi çarşısı sayılan noktada ilk kaportacı dükkanını açmış.
İlk oksijen tüpünü getiren de babam olmuş. Mesleği ile çok iyi tanınan bir usta olmuş. Hatta Kastamonu’nun tanınan kişisi, merhum Mehmet Özhaseki oksijen tüpünün yanında kullanılan karpit kazanının alınmasında babama kefil olmuş. Mehmet Özhaseki’nin yaptığı bu iyiliği babam ölene kadar hiç unutmamıştır. Her zaman konuşur ve onu anardı.
– O bahsettiğin karpit kazanı duruyor mu?
ED: Evet duruyor. Halen o zor zamanlarda alınan karpit kazanını ben şu anda kullanıyorum.
-S izin mesleğe başlayışınız nasıl oldu?
ED: Ben de mesleği öğrenmek için babamın dükkanına çırak olarak çalışmaya başladım. Babamın dükkanı, benim okuyup mezun olduğum Gazipaşa İlkokulu’nun yanındaydı. Okul çıkışlarında babamın dükkanına koşar kendisine yardımcı olurdum. İlkokulu bitirdikten sonra başladığım ortaokulu bırakıp, 1970 yılında babamın yanında çırak olarak çalışmaya başladım. Mesleğin inceliklerini babamdan öğrendim. 47 yıldır kesintisiz olarak baba mesleğine sanayi sitesinde devam ediyorum.
– Çıraklık döneminizdeki kapaortacılık ile bugün yapılan kaportacılık arasında nasıl bir fark var?
ED: Eskiden kaportacılık kolay değildi. 1971 yılına kadar piyasada yerli araba yoktu. Amerikan ve Alman arabaları vardı. Onların kaportalarının sacları çok kalın olduğundan dolayı yapılması zordu. Kazalı arabaları gerdirip çektirmekte köprüleri kullanırdık. 1971 yılında Murat 124 piyasaya çıkınca kaportalarını yaptığımız Amerikan ve Alman arabaları yavaş yavaş piyasada azalmaya başladı.
– Kastamonu’da o dönemde en çok hangi marka otomobiller vardı?
ED: Amerikan Chevrolet İmpalalar ile Alman Volkswagenler çoktu. Volkswagen arabaların kaportalarını yapmayı çok severdim.
– Bu otomobillerden şu anda onardığınız oluyor mu?
ED: Olmaz mı var tabii. İl dışından klasik arabasını yaptığım çok müşterilerim var. Sanatımıza güvenen müşterilerim arabalarını getirip kaportalarını yaptırıyorlar. Orijinal kalması için kolay kolay halen parça değiştirmeden özenle yapmaya çalışıyorum. Bu konuda müşterilerim benim titizliğimi bilirler. Şimdiki arabalar oyuncak gibi. Bu yüzden son zamanlarda sanayiye olan ilginin her geçen gün azalmasına çok üzülüyorum.
– Sizin gibi aranan ustalar şimdi peki neden yetişmiyor?
ED: Benim yetiştiğim zamanın tam aksine, mevcut sanayide usta çırak ilişkileri tamamen tersine dönmüş durumda. Günümüzde ne yazık ki usta değeri pek bilinmediği için yetişmiyor.
Neden bilinmiyor derseniz, yeni nesil tamamen montajcı olduğu için ustanın kıymeti bilinmiyor. Sanayi’de çalışacak çırak bulmak zor. Eskiden aileler okumayan çocuklarını sanayi çarşısına bir meslek öğrensin diye usta yanına verir, “Eti senin kemiği benim” diyerek çocuklarını teslim edip giderlerdi. Şimdi tam tersine çocuğa işi öğrensin diye bir laf söylesen ertesi günü ailesi dükkanın önüne dikiliyor. Hal böyle olunca da çıraklık artık tarihe karıştı.
– Neden?
ED: İlköğretim sekiz yıla çıkınca haliyle çocuk büyümüş oluyor. Eskiden ilkokulu bitirince aile baktı okumayacak kolundan tuttuğu gibi bir meslek öğrensin diye sanayiye verirdi. O günler artık geride kaldı.
– Eski ustalıklar nasıldı?
ED: Bu zamanda her aracın parçası bol olduğu için kırılanın yerine hemen yeni parça takılıyor. Uğraşan yok. Kaportada neredeyse çekiç bile kullanılmıyor. Eski ustaların önüne bir iş geldiğinde yaratıcı olurlar, pratik zekalarını çalıştırıp işe kafa yorarlardı. Şimdi o ustalar azaldı. Sanayi’de çalışacak çırak bile yok. Bilemiyorum ben bu işin sonu nereye varacak?
– Ustalık bitti mi diyorsunuz?
ED: Varacağı yere zaten vardı. Sanayi’de çırak yetişmediği için kendi işimizin hem ustası, hem de çırağı olduk. Benim iki oğlum var. Sanayi’de çalıştırmak istemedim. Büyük oğlum sağlıkcı, küçük oğlum da üniversitede konseretuvar bölümünde müzik eğitimi alıyor. Babamdan öğrendiğim mesleği oğullarımdan birine öğretemediğim biraz üzüntü duyuyorum.
– Mesleği sonlandırmak aklından geçiyor mu?
ED: Geçmiyor değil. Epeyce bir yaşımıza geldik. Ben bırakmak istesem de, meslek beni bırakmıyor. Emekli olmama rağmen bir arkadaşımızın dükkanında özel müşterilerin klasik arabaların kaportalarını ve restrasyonlarını yaparak vakit geçiriyorum. Alıştığın bir işi insan yapmadan duramıyor. Ben de babamdan öğrendiğim mesleği bıraktığımda dört kuşaktır dededen toruna süregelen Demirhanlar’ın yaşadıkları hikayelerin ve maceralarının sanayi sitesinde varlığının sürmesi adına inatla direnmeye çalışıyorum. Bu direnme nereye kadar gidecek bilemiyorum.
– Sohbetimizin sonuna gelirken, meslekle ilgili unutamadığınız anılarınız varsa onları da öğrenmek isteriz.
ED: Çok var. Dedemden ve babamdan unutamadığım hayat dersi niteliğindeki iki anımı anlatmak isterim. Önce dedemle olan anımı anlatayım. Dedem Ekmekcilerin Skodası’nın makaslarını değiştirmiş. Ekmekcilerin Belediye Caddesinde dükkanları vardı. Dedem, “Ekmecilerin dükkanına git. Arabalarının makaslarını yaptık. 4 lira iste, parayı al getir” dedi. Ben de gitim, Ekmekcilerin Nafiz Abiye (Öztosun), “Dedem arabanın makaslarını değiştirmiş 4 lira istedi” deyince, “Dedene selam söyle. Az istemiş. Al şu 5 lirayı götür” diye parayı bana verdi. Ben de aldığım 5 lirayı sevinerek büyük babama verdim. Ban öyle bir kızdı ki, “Sen hakkından fazla, benim dediğimden fazla bu parayı nasıl alıp da bu dükkana geldin” diye bağırdı. Emeğinden fazlasını asla kabul etmezdi. Hakkını da sökerek alırdı.
Babamla aramızdaki hikayeye gelince o da şöyle:
Babam rahatsızlanınca dükkanda olan işlerin tamamını bana devretti. Beni de yalnız bırakmayıp hergün dükkana gelip giderdi. Bir gün dükkana kaportasını yaptırmak için 34 plakalı bir araba getirdiler. Araba dışarıdan bakınca pek fazla çürük görünmüyordu. Gördüğümle pazarlık yapıp işe başladım. Ancak arabayı sökmeye başlayınca düşündüğümün çok üzerinde çürük çıkmaya başladığını görünce, baktım zarar edeceğim, işin hilesine kaçtım. Arabanın çürük tabanına cam macunuyla kapattım. Tabii ben işi yaparken rahmetli babam da beni takip ediyormuş. Arabayı boyaya göndereceğim sırada müşterinin yanında bana seslenerek, “Arabanın her işi bitti mi?” diye sordu. “Bitti” dedim. Eline bir tornavida aldı tabanı kazımaya başladı. Kazıdıkca yaptığım cam macun da ortaya çıkmaya başladı. Müşterinin yanında, “Hani tamamdı. Ne bu çürükler?” diye sordu. Müşterinin yanında çok kötü duruma düştüm. Yer yarılsa da yerin dibine girsem daha iyiydi. Bana yaptığı bu davranışın sebebini yıllar sonra bir gün kendisine sordum. “Beni o gün müşterinin yanında neden mahcup duruma düşürdün?” dediğimde bana hayat boyu ders olacak şu cevabı verdi:
“Eğer işine nasıl hile karıştırdığını müşterinin yanında sana söylemeseydim senin hile yapma alışkanlığın devam edecekti. O yüzden müşterinin yanında söyledim ki, bir daha işinde hile yapmayasın” dedi. İşte o zaman işinde dürüst olmanın önemini bir kez daha anlamış oldum.
•••
Dedesi Recep Demirhan Yemen Savaşında ayaklarından kurşun yiyip İngilizlere esir düşmüş. 11 yıl sonra esaretten kurtulup askerden dönmüş. Evin kapısını açan babasının onu görünce dili tutulmuş. Bir daha da hiç konuşamamış. Büyükbabasına verilen gazilik madalyasının taşımak için peşine düşen Ertan Usta, mesleğini Sanayi Çarşısı’nda sürdürüken, madalyanın akıbetini sormak için Genelkurmaya dilekçe vermeye hazıralanıyordu. Mutlu kalın.
TURGUT YILMAZ