Küreli gazi Şaban Atay ve arkadaşları Çanakkale Savaşı’nın en şiddetli günlerinde gece istirahate çekiliyorlar. Savaşılan mevkiinin düşmanla arası çok yakın. Düşman uykuda iken arkadaşına, “yakın bir yerden mataraları doldur, gündüz su sıkıntısı çekmeyiz” diyor. Arkadaşı vakit kaybetmeden hemen mataraları doldurmaya gidip geliyor ve yerlerine yerleştiriyor. Sabah uyanınca mataralarını açıyorlar. Gecenin karanlığında mataralarına su diye doldurduklarının (belki de içmişlerdi bile) sırf kan olduğunun ancak farkına varabiliyorlar!..
………………………………………………………
Küre ilçesi Camikebir Mahallesi’nde 1937 yılında doğdum. Çocukluk ve gençlik yıllarımı 1964 yılına kadar Küre’de geçirdim. O zaman zarfında yirmi altı gazi ile tanışmak ve çoğunun hatıralarını dinlemek nasip oldu.
Dinlediğim hatıraları ve de onların hayatlarını, genç nesile kısa da olsa nakletme zamanının gelip geçmekte olduğunu fark ettim. “Konuşan tarih” adıyla vasıflandırdığım o kahraman gazilerden malumunuz üzere kimse kalmadığı gibi çocukları hayatta olanı da çok azdır.
Gazilerimizin çoğu on yıldan fazla askerlik yapmış, dört cephede savaşmış vatansever kişilerdi. Torunlarının bir kısmı Küre’de, bazıları Bursa, İstanbul, Ankara ve çeşitli vilayetlerdeler. Hayatta olan çocuklarının sayısı bir elin parmakları kadardır. O kahramanların kendilerinden hatıralarını dinleyen kişiler de çok azalmaktadır.
Yetmiş yedi yıllık ömür sermayemin askere gitmeden önceki bölümünün çoğu bu gazilerimizi dinlemekle geçti. Yemen Savaşı, Rus Savaşı, Balkan, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı hatıralarını dinlemek de nasip oldu.
Gazilerimizin çoğunluğu iki, üç cephede savaşmışlardı.
İçlerinde on bir, on iki yıl askerlik yapmış, Yemen Savaşı’nda İngilizler’e esir düşerek Hindistan’da nehir kenarında olan bir esir kampında yıllarca mahkum edilen, mübadelede deniz yoluyla Mısır’ın Port Said Limanı’na gönderilen ve oradan yurda dönmesi bir yıl sürmüş, Ruslarla doğuda yapılan savaşta bölüklerinden iki er kalana kadar şehit vermiş, sağ kalan iki eri Ruslara esir düşmüş, yıllarca maden ocaklarında çalıştırılan oradan kaçarak yurda dönüp Kurtuluş Savaşı’na katılan gaziler vardı.
Gazilerimizi konuşturmak, dinlemek, sabır ve metanet isterdi… Sohbetlerinde bulunup hatıralarını birbirlerine anlatırken dinlemek, izlemek tarif edilemez bir duyguydu benim için. Onlarla sohbet ederken, paylaştıkları hatıralarla biribirlerine gözyaşı döktürdüklerine şahit olmak kelimelerle tarifi imkânsız duygulara sürüklerdi insanı… Yalana tenezzül etmezler, o günleri anlatırken tevazu içinde hüzünlenerek konuşurlardı. Sohbetlerinde madalya ve maddi menfaat konusu açıldığında, “bizler rütbe, madalya ve geçici dünya menfaati için savaşmadık, Allah ve vatan için, (bizleri göstererek) sizin için savaştık” derlerdi.
Kahraman gazilerimizin hatıralarını hafızamda tutmaya gayret ettim.
En yaşlıları Rumi 1300 doğumlu Gazi Üsteğmen İsmail BERBEROĞLU ve Çanakkale Savaşı’nda Ayancıklı Mehmet Çavuş’un topunun erlerinden olan başka bir gaziydi. En gençleri ise Küre’nin Müderris Mahallesi’nden Demirci Numan ÖLMEZ, Yazıcı Hüseyin ÖLMEZ ve Kurtuluş Savaşı’nda Sakarya Meydan Muhaberesi’nde tabur kumandanının seyisi olan Camili Köylü Fazlı Usta idi. Diğerleri ise Rumi 1300 ile 1310 yılları arasında doğmuş olanlardır.
Sağlığım elverdiğince,
ömrüm yettiğince diğer gazilerimizin hatıralarını da kaleme almaya çalışacağım… Şimdilik dördünün hatıralarıyla başlayalım…
……………………………………………………..
Küre’den Bingazi’deki asker eşe ziyaret…
Libya Bingazi’de askerlik yapan Çilingir Kâmil Çavuş’un anıları ile yazımıza başlayalım.
Küre ilçesi Karaman Köyü doğumlu Kâmil Çavuş çilingir dükkânı açtıktan sonra evleniyor ve askerlik çağı gelince görevi Libya-Bingazi’ye çıkıyor. O zaman İtalya’nın işgalini önlemek için Libya-Bingazi’de bulunan, Osman Fuat Paşa komutasındaki Osmanlı Devleti’nin askeri birliğinde Kâmil Çavuş’un askerlik görevi başlıyor.
Ege ve Akdeniz’in hakimiyeti Osmanlı’da olduğundan gemiler rahat gidip geliyor, Kâmil Çavuş’un hanımı ile mektuplaşması pek aksamıyor. Aradan bir kaç yıl geçtikten sonra hanımı, “ne zaman izine gelebileceğini” soruyor. O da, “bu şartlarda izine gelmesinin mümkün olmadığı” cevabını veriyor. Fedakâr eş oraya giden gemiye binerek Bingazi’deki eşini ziyaret edip geri dönüyor. Koca gazi çeşitli savaşlara katılarak askerlik görevini tamamlıyor. Savaşlar bitip terhis olunca Küre’ye gelip tekrar çilingir dükkânı açtı. Hanımı vefat ettikten sonra yeniden evlendi. İlerlemiş yaşına rağmen dinç ve sağlıklı idi. O zaman Küre Belediyesi İtfaiyesi’nde emme-basma tulumbalar ile çalışılırken o da itfaiye çavuşu görevindeydi. Vefat ettiğinde askerde olduğumdan dolayı cenazesinde bulunamadım. Nereye gömüldüğünü bilene de rastlama imkânım olmadı. Kendisinin çocuğu yoktur. İstanbul’da hayırlı işlerle meşgul olan kardeşinin çocuğu vardır.
•••
Bölük emini “Karabacağın Hafız”
“Karabacağın Hafız” lâkaplı Hüseyin Karabacak, Rumi 1305 yılında Küre Müderris Mahallesi doğumlu. Biraz büyüyünce ilim tahsili için İstanbul’a amcasının yanına gidiyor. Fatih Medresesi’nde Arapça fıkıh dersleri alıyor. İbareyi çözebilecek kadar Arapça öğreniyor. Burası dikkate şayandır; Amcasına hafız olmak istediğini söylediğinde “hafız olmak güzel şey, cahil kalmamaya dikkat et” cevabını alıyor. Bu sözle kastı tabii ki, “diğer ilimlerine devam et, Kuran-ı Kerim’in ne söylediğini anlamadan, hükümlerini yaşamadan onu okumanın pek faydası olamayacağı” nasihatini vermek. İstanbul’da bulunurken askere gidiyor fakat cepheye gönderilmiyor. Bölük eminliğiyle görevlendiriliyor. Askerden terhis olunca tekrar Küre’ye geldi. Hayatını doğup büyüdüğü yerde devam ettirdi. Benim çocukluğumdan bu tarafa kırk yıla yakın Hoca Şemsettin Camii’nde ramazan aylarında mukabele okurdu. Büyüklerimiz, “hoş sesi var” derlerdi. 1959 yılında camide mukabele okumayı bıraktı. Kuran-ı Kerim’e olan aşkı devam ediyordu. Yaşı yetmişin üzerinde olmasına rağmen müsait zamanlarda hıfzı dinlettirmek için dükkânıma gelirdi. Tabiri caiz ise iki cüzü hiç takılmadan okurdu, bazen de müşabehete (anlam benzerliği) geçerdi. Müdahalede bulunmazdım. Durumu fark eder geriden alır ve okumaya devam ederdi. Her canlı gibi o da ölümü tadarak, yeri doldurulamaz bir boşluk bırakıp bu fani dünyadan baki olan ahirete göç etti. Kabri Küre Büyük Bahçe Mezarlığı’nın güneyinde duran ağacın dibindedir. Oğlu 1926 doğumlu Küre Orman Muhafaza memurluğu görevinden emekli Necati Karabacak da 2 Eylül 2013 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuştu. Hayatta bir kızı ve torunları vardır.
•••
Tenlere yapışan deri ceketler…
Gazi Tahir Er, Rumi 1306 yılı Küre Saman Mahallesi doğumlu. Askerlik çağı gelince askere gidiyor ve çeşitli savaşlara katılıyor. Yemen Savaşı’nda İngilizlere esir düşüyor. Yıllarca süren esaretten sonra ancak mübadelede serbest kalıyor. Mısır’ın Port Said Limanı’ndan deniz yoluyla yurda gelmesi yaklaşık bir yıl sürüyor. Türkiye’de Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda sırasıyla çeşitli cephelerde savaşıyor. İzmir’in kurtuluşunda ilk ayak basan gazilerden…
İzmir’e ilk girdiklerinde sabah karanlığında sokaklar bomboş. Biraz yürüdükten sonra yabancılar tarafından terk edilmiş bir konfeksiyon mağazasının önüne geliyorlar. Üzerlerinde yırtık elbiseler var. Aylardır değiştirmemişler ve zaten iç çamaşırları da yok. Altta yamalı pantolon… Üzerlerindeki deri ceket ter ile tenlerine yapışmış… Sıcaktan iyice kurumuş olan ceketi çıkarmak ancak çürüyen deriyi yırtmakla mümkün olabiliyor. Sıra pantolona gelince arkadaşı, “pantolonun paçası dar ayaklarım olmuyor” diyerek sesleniyor… Biraz vakit geçip ortalık aydınlanmaya başlayınca iki ayağını bir paçasına giymeye uğraştığını anlıyor.
Kurtuluş Savaşı bitene kadar çeşitli cephelerde vatan müdafaasına devam ediyor.
Şerefli gazilik ünvanını taşıyan rahmetli Tahir Er çok kültürlü bir kişiydi. Kendisinin fırını vardı. İçerisi çok sıcak olduğundan dükkânında fazla kalınamazdı. Kendisi hoş sohbet olmasına rağmen oturup fazla sohbet edemedim. Fırına gelip gittiğim zaman neler anlattıysa aklımda onlar kaldı.
1950’lerde madalya dağıtım merasimi vardı. Sizlere, babasıyla oğlu merhum Yaşar Er’in dün gibi aklımda kalan o günkü diyaloğunu nakledeceğim:
Oğul Yaşar heyecanla:
‘’Baba hoparlörü dinleyelim, ismimiz okunmaz ise müracaat eder ismimizi yazdırırız.”
Baba Kahraman Gazi Tahir Bey:
“Oğlum biz madalya merasimine katılıp madalya almak için savaşmadık, Allah için vatan için savaştık. O mükâfat bize yeter.’’
Çok hoş sohbet kimse idi. Zamanın askeriye bölük komutanları, yüzbaşı şube reisleri binbaşı veya yarbay olurdu. Bu kişiler fırının önünden geçerken Tahir Gazi’ye ‘’Gazi sohbet etmeye geliyoruz, yalnız bir şartımız var; kahve paralarını biz vereceğiz’’ diye latife yaparlardı. Her fani gibi o da ömrünü doldurup 1958 yılında bu dünyadan göçtü. Allah rahmet eylesin, ruhu şad olsun. Vatani görevde olduğumdan cenazesinde bulunamadım. Çocukları hâlâ hayatta olan beş gaziden biridir. Diğer oğlu, Küre eski belediye başkanlarından Ayhan Er sağdır. Büyük oğlu Yaşar Er (madalya töreninde yanında olan) vefat edeli bir yıl bile olmadı, onun da torunları vardır.
•••
Mataralar kan dolu…
Gazi Şaban Atay Rumi 1306 yılı Küre Saman Mahallesi doğumlu semercilik sanatı ile meşgul olurdu. Dükkânı büyük olduğundan dolayı yarısını kundura imalâtı ve tamiri için Mustafa-Mehmet Namlı kardeşler kullanırdı. Şaban Usta mütevazı, hoş sohbeti olan biriydi. Çocukluğumda ayakkabı tamiri için gittiğimde sohbetlerine kulak verirdim. İleriki yaşlarda onu dinlemek, söylediklerinden istifade etmek için ziyaretlerime devam ettim ve sohbetlerini sevmeye başladım. Edindiğim bilgi ve izlenimlerime göre, gaziliğin belki de en yüksek rütbelerini hak eden bir zat idi. Zamanı gelince askere gidip çeşitli cephelerde savaşmıştı.
Sizlere Çanakkale Savaşı’ndaki bir hatırasını nakledeceğim:
Savaşın en şiddetli günlerinde gece istirahate çekiliyorlar. Savaşılan mevkinin düşmanla arası çok yakın. Düşman uykuda iken arkadaşına, “yakın bir yerden mataraları doldur, gündüz su sıkıntısı çekmeyiz” diyor. Arkadaşı vakit kaybetmeden hemen mataraları doldurmaya gidip geliyor ve yerlerine yerleştiriyor. Sabah uyanınca mataralarını açıyorlar. Gecenin karanlığında mataralarına su diye doldurduklarının (belki de içmişlerdi bile) sırf kan olduğunun ancak farkına varabiliyorlar!..
•••
Testere ile kesilen ayak…
O günler, Mehmet Akif’in ‘”kan akıyor derelerden” dediği gibi hakikaten savaşın en şiddetli günleri…
Savaş devam ederken sabahın erken saatlerinde Şaban Usta’nın arkadaşlarından birinin ayağı şarapnel parçası ile ağır yaralanıp sallanmaya başlıyor… Sallanan ayakla yürümesi mümkün değil… Arkadaşlarıyla kısa da olsa fikir alışverişinde bulunuyorlar. Hastaneye gitme imkânı yok. Normal testere ile ayağı kesiyorlar! Neyse ki kesen arkadaşlarının tecrübesinden olacak, ayağı kesilen arkadaş sakat da kalmış olsa kan kaybından hayatını kaybetmiyor, zamanla şifa buluyor.
Bu olaydan bir gün sonra Şaban Usta’nın kendisi şarapnel parçasıyla ağır yaralanıyor… Orada bulunan sahra hastanesinde (cephe gerisinde kurulan hastanelerden biri) dört ay tedavi görüp iyileşiyor. İyileştikten belli bir süre sonra tekrar cepheden cepheye koşuyor…
Askerliğini bitirdikten sonra memleketi olan Küre’ye geri döndü ve semercilik mesleğiyle uğraşmaya devam etti. 1967 yılında çok sevdiği Küre’de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Allah mekanını cennet eylemiştir inşaallah. Şaban Usta’nın şu an yaşayan çocuğu yoktur, torunları vardır. En büyük torunu 1945 doğumlu olup halen Küre’de Aygaz bayiliği yapmakta olan Kenan Atay’dır. Diğer torunlarının çocukları ise yine Küre’de kuyumculukla uğraşmaktadırlar.