Ne zaman ciddi bir mesele ile karşılaşsak yabancı mahfillerde Kıbrıs konusu gündeme gelir.
Kıbrıs adası 1571’de fethedildi. Akdeniz’in doğusunda, stratejik yönden son derece önemli. 1878 Berlin Kongresi yakın dönem dünya siyasi tarihinde bir dönüm noktasıdır. O güne kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruyan İngiltere, bu tarihten itibaren tam aksine parçalama politikası izledi ve 1918’de emeline kavuştu.
Akdeniz; Hindistan yolu üzerinde bulunduğu için İngiltere açısından önemliydi. Bu nedenle Cebelitarık boğazı ile Malta’yı ele geçirdi; 1878 anlaşmasıyla Kıbrıs’ı güya kiraladı. Buralarda üs kurmak suretiyle Akdeniz’i hakimiyeti altına aldı. I.Dünya Savaşı sırasında da Kıbrıs’ı ilhak etti. Adada İngiliz egemenliği 1960’a kadar sürdü.
1950 sonrasında Kıbrıs’ı kendi topraklarına katmak isteyen Yunanistan, EOKA adıyla bir terör örgütü kurdu, Türkler üzerinde baskı yarattı. Olayların artması üzerine Türkiye işin içine dahil oldu; adada Türk Mukavemet Teşkilatı(TMT) kuruldu.
Hatırlayanlar bilir; Kıbrıs olayları iç politikamızı da etkiledi, millî bir mesele oldu. Çeşitli illerde mitingler yapıldı; Kıbrıs’tan vazgeçilmeyeceği bütün cihana ilan edildi. Bu mitinglerden biri 23 Haziran 1958 günü Kastamonu’da, Cumhuriyet meydanında yapıldı. Ortaokul öğrencisiydim; elimdeki pankartta “ya taksim, ya ölüm” yazıyordu. Başka pankartlar da vardı. Yıllar sonra mahalli gazetelerde okudum; üç saat 45 dakika süren mitingi Ankara, İstanbul ve İzmir radyoları naklen yayınlamış. 27 kişi konuşmuş; çeşitli yerlerden 37’si yıldırım, 25’i acele 72 telgraf gönderilmiş. O günkü gazete başlıklarından bazıları şöyle: Kıbrıslılar Yanınızdayız. Yeşilada, Türk Milleti Seksen Yıldır Hasretini Çekiyor. Sen Türk Yurdunun Koparılmaz ve Vazgeçilmez Bir Parçasısın. Milli Mücadelenin Kahramanlık Destanlarını Yazmış Olan Kastamonu’dan Selamlar vs.
Kıbrıs olaylarının büyümesi üzerine Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında görüşmeler başladı; sonunda Londra ve Zürih anlaşmaları imzalandı. Üçünün garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu; Makarios cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük de yardımcısı oldu. Ancak Türkler ile Rumlar karışık yaşadıkları için Rum baskısı devam etti; barış ve huzur sağlanamadı. Türkiye, 1964’de adaya çıkarma yapmak istedi hatta birkaç noktayı bombaladı. Gelişmelerden ABD rahatsız oldu; siyasî tarihte “Johnson mektubu” adıyla anılan bir muhtıra gönderdi. NATO için verilmiş silahları, Türkiye’nin kendi amaçları için kullanamayacağı ihtar edildi. Buna cevaben başbakan İsmet İnönü de “yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır” sözleriyle mukabelede bulundu. Bu olay, Türk-Amerikan ilişkilerinde çok ciddi bir kırılmaya sebep olmuştur.
Kıbrıs olayları yine devam etti; 1967’de çıkarma söz konusu oldu ama ABD ve Birleşmiş Milletler araya girdi. Nihayet 1974 Barış Harekâtı ile bugünkü fizikî ve demografik yapı ortaya çıktı. Bu son harekât da Batılılar tarafından hoş karşılanmadığı gibi, hemen ABD ambargosu başladı.
Biliyorsunuz, 1983’de KKTC devleti kuruldu ama bugüne kadar bizim dışımızda hiçbir ülke tanımadı. Türkiye 1974’den beri ekonomik ve siyasal yönden yardımlarını sürdürüyor. Adanın çeşitli entrikalarla Türkiye’nin elinden kaçırılmak istendiği bir gerçek. Nitekim üç devlet arasındaki garantörlük anlaşmasına aykırı olarak Kıbrıs, Avrupa Birliği’ne alındı, itirazımız işe yaramadı.
Türkiye; iki toplumlu bir devlet arzu ediyor ama ABD ve Avrupa bunu hoş karşılamıyor. Yeni bir karmaşa yaratarak Kıbrıs’ı kaçırmak; Rumları eski yerlerine döndürmek, stratejik yerleri almak istiyorlar. Her yeri parçalayan Batılılar, nedense Kıbrıs’ı birleştirmeye çabalıyor.
Gördüm ki, Kıbrıs’ta üç tip insan var. Birinciler, adanın milliyetçileri; Türkiye olmadan asla yaşayamayız diyorlar. İkinciler biraz sessiz, beklemede. Asıl tehlikeli olanlar sol kesimin başını çektiği üçüncü gruptakiler. Bunların yandaşı bazı dernek, sendika ve gazeteler var. Türkiye’yi işgalci görüyor, derhal çekilmemizi istiyorlar. Nedense İngilizlerin iki üssüne hiç laf söylemiyorlar. AB’nin uzattığı havuç çok cazip geliyor.
Rauf Denktaş’tan sonra gelen cumhurbaşkanları Türkiye ile uyuşamadı. Kimi açıktan, kimi de karnından konuşarak AB’yi kurtarıcı gibi görüyor. Birinci gruptakiler hariç, diğerleri kendilerini Kıbrıslı tanımlıyor; Türk kelimesini kullanmıyor. Oysa ecdatları Toroslardan göç eden Türkmenler. Neylersin ki, 80 yıllık İngiliz hâkimiyetinde millî şuur zayıflamış.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın üzerinden 43 yıl geçti. O zaman 10 yaşında olanlar 1974 öncesini hatırlamaz. Biraz yakın tarih bilgisine ihtiyaçları var. Maalesef, Kıbrıs’taki eğitim politikasıyla bunu kazandırmak mümkün olmadı. Adada hâlâ İngiliz kültürü egemen, fiyatlarda ölçü birimi Sterlin; arabaların direksiyonu sağda, trafik soldan çalışıyor.
Kıbrıs’ın çevresinde zengin doğalgaz yatakları var. Ancak mesele sadece bu değil. Kıbrıs elden çıkarsa Türkiye’nin güvenliği tehlikeye girer, Akdeniz’de söz sahibi olamayız. Ülkemizin güvenliği sınırların ötesinden başlıyor; yeni strateji anlayışımız bu. Kıbrıs asla bırakılamaz; zira ağır bedeller ödedik, şehitlerimizin ruhu sızlar.
Geçen hafta Cenevre’de görüşmeler başladı; haritalar hazırlanmış, toprak tavizleri gündemde. Türkiye’nin garantörlüğünü kaldırmak istiyorlar; diğer iki garantör Yunanistan ve İngiltere zaten çantada keklik. Batı’nın oyunlarına dikkat edelim. Kıbrıs’tan vazgeçemeyiz. Seksen yıllık zoraki ayrılığın hiçbir anlamı yok. Kıbrıs zaten bizimdi.