Bugün şehrimiz açısından önemli bir tarih. Mehmet Âkif’in Nasrullah Câmii’nde yaptığı meşhur konuşmanın 95. yıl dönümü. Yurdumuzun en uzak köşelerinde bile büyük yankılar yaratmış bir vaaz. Gün dolayısıyla herhangi bir program, etkinlik var mı bilmiyoruz.
Mehmet Âkif Esoy 19 Ekim 1920 günü Kastamonu’ya geldi. 21 Ekim tarihli Açıksöz gazetesi şunları yazmış: “Mehmet Âkif Beyefendi şehrimizde. Büyük İslâm şâiri, edîb-i âzâm Mehmet Âkif Beyefendi iki gün evvel şehrimize gelmişlerdir. Sebilürreşad’daki yazıları ve birçok âsâr-ı bergüzîdesiyle İslâmlık Âleminin yegâne şâiri tanınan Âkif eyefendiye gazetemiz nâmına beyân-ı hoşâmedi eyleriz.”
Burada yaptığı konuşmalarda Anadolu’nun ve İslâm dünyasının içinde bulunduğu durumu, niçin mücadele etmemiz gerektiğini uzun uzun anlatıyor, halkın maneviyatını yükseltiyor. Onun konuşmaları sadece dinî birer şâheser değil aynı zamanda önemli bir siyaset belgesidir.
Mehmet Âkif gelir gelmez hemen konuşmalarına başlamamış; bir müddet çevreyi incelemiş, şehrin önde gelen kişileriyle konuşmuş, bilgi almış. Zamanının önemli bir kısmını Açıksöz gazetesi idarehanesinde geçirmiş, sohbetlere katılmış; görüşlerini açıklamış. Çevre gezilerine çıkmış; İnebolu ve Taşköprü’de vaazlar verdiği biliniyor.
Mehmet Âkif’le birlikte başyazarlığını yaptığı Sebilürreşad dergisi de Kastamonu’ya gelmiş. Derginin 464, 465, 466. sayıları burada vilayet matbaasında basılmış. Kastamonu ve çevresindeki konuşmlar dört ana başlık altında toplanmış. Her bir konuşması dergide yayınlanmış. Son konuşması derginin Ankara’da basılan 467. sayısında bulunuyor. Konuşmaların başlıkları ve dergideki yayın tarihleri şu şekildedir: Nasrullah Kürsüsünde( 25 Kasım 1920, sayı:464), Müslümanların Terakkileri İslâma Sarılmalarına Bağlıdır(3 Aralık 1920, sayı:465), Tam Müslüman Olmadıkça Felâh Yoktur(13 Aralık 1920, sayı:466), Ye’se Düşenler Müslüman Değildir(3 Şubat 1921, sayı:467).
Kastamonu’daki ilk konuşmasını 19 Kasım 1920 günü Nasrullah Camii’nde yapmış. Bugün o konuşmanın 95. yıl dönümü. Kastamonu için önemli bir gün. Sadece burası değil, tüm Türkiye hatta İslâm Âlemi için de önemli. O gün yapılan bir tespit var. Ancak hem biz, hem de İslâm Âlemi o sözlerden hiç etkilenmemiş, ders çıkarmamış. Hani derler ya, ‘bir arpa boyu yol’ bile gidilmemiş. Konuşmanın içeriği başlı başına bir siyaset dersi. İslâm dünyasının içinde bulunduğu durumu analiz ediyor; Müslümanlar neden bu duruma düştüler; tek tek anlatmış. Bizim durumumuzu da örneklerle izah etmiş.
İngiltere’nin İslâm coğrafyasındaki çalışmalarına, yıkıcı ve bölücü faaliyetlerine geniş yer vermiş. Doksan beş yıllık bir mâziye dönüp baktığımızda bugün ne değişti diye soruyoruz. Siyaset aynı, tezgâh aynı; değişen sadece takvimin yaprakları.
Konuşmalar câmi’de yapıldığı için üslup son derece basit; herkesin kolayca anlayabileceği sade ve samimi bir dil kullanmış.
Âl-i İmran sûresinin 118. âyetini okuyarak söze başlamış. Diğer sûre ve âyetler sırasıyla şunlar: Tevbe(16, 73, 123), Bakara(120), Mâide(54), Enfal(60, 46) ; Hucûrat(10’) Fetih(29), Haşr(14), Mü’min(85), Ahzâb(62) Fâtır(43), İsrâ(77), Âl-i İmran(103), Ankebut(69).
Konuşmanın özünde hep birlik, beraberlik, kardeşlik vurgusu yapmış. Hucûrat sureinin 10. âyetini okuduktan sonra şunları söylemiş: “Mü’minler birbirlerinin kardeşinden başka bir şey değildir, buyuruyorken yazıklar olsun ki biz, o kardeşlikten çok uzakta bulunuyoruz. Ancak ayda âlemde bir kere câmiye geliyoruz, Allah’ın huzurunda birleşiyoruz. Fakat namazı bitirip pabuçlarımızı koltuklayarak dışarı fırlayınca birbirimize karşı derhal ya hasım, yahut hiç olmazsa bigâne kesiliyoruz.”
Konuşmanın bir yerinde tefrika üzerinde durur; bölünmenin, ayrışmanın, ötekileştirmenin ne kadar fena bir şey olduğunu anlattıktan sonra şu tespitleri yapar:” Ey cemaat-i Müslimin! Milletler topla, tüfekle, zırhlı ile, ordularla, tayyarelerle yıkılmıyor, yıkılmaz. Milletler ancak aralarındaki râbıtalar çözülerek, herkes kendi başının derdine, kendi havasına, kendi menfaatini temin etmek sevdasına düştüğü zaman yıkılır.” Sözlerinin devamında, İslâm tarihindeki bütün hükümetlerin tefrika yüzünden yıkıldığını, bunlardan ders çıkarılması gerektiğini öğütler. Görüyoruz ki, bu konuşmanın üzerinden bir asır geçmiş ama İslâm dünyası da, Türkiye de ne yazık ki tefrika yüzünden büyük sıkıntı içinde. Fitne, fesat, nifak ne lazımsa hepsi var.
İslâm dünyasının perişanlığını, İngiliz siyasetinin ne kadar tehlikeli olduğunu örnekleriyle anlatmış. Hatta İngilizlerin Hindistan’da dokuma tezgâhlarını devre dışı bırakmak için ustaların başparmaklarını dahi kesmekten çekinmediklerini söylemiş. Konuşmasını dua ile bitirmiş.
Bu uzun konuşma Sebilürreşad dergisinde yayımlanmış, her tarafa dağılmış; hatta Diyarbakır’a kadar gitmiş. Ulu Câmi’de halka okunmuş. Bununla da yetinilmemiş, Kolordu Kumandanı Nihad Paşa’nın emriyle Diyarbekir Vilayet Matbaası’nda tekrar basılmış, çoğaltılmış. Kolordu bölgesinde bulunan Diyarbakır, Van, Bitlis ve Elâzığ illeriyle buralara bağlı sancak ve ilçelerde dağıtılmış. Bu konuda El-Cezire Kumandanı Nihad Paşa Mehmet Âkif’e şu telgrafı göndermiş:
“Nasrullah Câmi-i şerifinde irâd buyurduğunuz mev’izâyı hâvi mecmuânızın ancak bir nüshası elde edilebilmiştir. Diyarbekir’in Câmi-i kebîrinde Cuma namazından sonra kıraat edilerek mü’minin-i hâzıra, envâr-ı ma’neviyesinden hisseyâb-ı tenevvür ve tefeyyüz olmuşlardır. Fakat bu istifade pek mahdut kalacağından cephe mıntıkasını teşkil eden Elaziz, Diyarbekir, Bitlis, Van vilayetleriyle civar müstakil mutasarrıflıklar halkı da nasibedâr edilmiş ve şerefiyle hukuku doğrudan doğruya zât-ı alinize ait olmak üzere Diyarbekir vilayet matbaasında tab’ ve teksir ettirilerek bütün cepheye tevzi’ olunmuştur. Cenâb-ı Hak, mesâi-i din ve vatanperverânenizi meşkûr eylemesi temennisiyle ihtirâmâtımı takdim eylerim. 10.2.37 Elcezire K: Nihad”
Mehmet Âkif de şu cevabı vermiş:
“Diyarbekir’de Elcezire Kumandanı Nihat Paşa Hazretlerine,
Hakk-ı âcizânemdeki teveccühât-ı devletlerine an samimülkalb teşekkürler ederim. Nasrullah kürsüsündeki mev’izanın o havâlide ve o cephedeki bütün dindaşlarımıza tebliğine himmet ve delâlet cidden sezâvâr-ı minnettir. Cenâb-ı Hak pek kıymettar bir rüknü bulunduğunuz kahraman ordumuzu zaferden zafere isâl ve ümmet-i İslâmiyede belirmeye başlayan intibâhı müzdâd buyursun. Âmin.” 16 Şubbat 337, Mehmed Âkif”
( Her iki telgrafın metinleri Sebilürreşad dergisinin Ankara’da basılan 17 Şubat 1921 tarihli 468. sayısının 415. sayfasındadır. Aynı sayıda İstiklal Marşı da ilk kez yayımlanmıştır).
———————————————-
Mehmet Âkif’in Kastamonu konuşmaları için bakınız:
1. Mustafa Eski, Millî Mücâdele’de Mehmet Âkif Kastamonu’da, Ankara 1983.
2. Abdülkerim Abdülkadiroğlu-Nuran Abdülkadiroğlu, Mehmt Âkif’in Kur’an-ı Kerim’i Tefsiri, Mev’ıza ve Hutbeleri, Ankara 1991.