Pazar günü, önce kendi dünyamdaki üzüntüyü, hüznü yaşadım.
Her gün haberlerini yaptığımız, başarısıyla ortak sevinç yaşadığımız Kastamonuspor’un bulunduğu lig itibariyle TV’lerdeki spor programlarına konu olmayacak, tartışılmayacak “doğranma” haberi geldi.
Galip çıkabileceği maçta anlaşılması mümkün olmayan hakem “uygulaması” ile başı önde ayrılmasının haberi…
Ona gönül verenlerin başını da önüne eğen, sinirlerini tavana çıkaran haber…
Günün akşamında ise dünyayı ekran başında toplayan Dünya Kupası finaline kilitlendim sonra.
Müthiş bir final olduğu konusunda herkes hemfikir.
Ama asıl müthiş olan maç sonrasında Arjantin tribünlerinin hepimizin beyinlerine çakılan görüntüsüydü elbette.
Buenos Aires’ten görüntüler gelmeye başladı sonraki saatlerde.
Bir ulusun, bir milletin nasıl ortak bir noktada birleşip hep birlikte aynı coşkuyu, aynı sevinci, aynı gururu yaşama görüntüleri…
Sanırım, olayı izleyen herkes o anda Arjantinli olmayı çok istedi; Arjantin gibi olmaya çok özendi.
Şu bir gerçek ki, futbol, daha da genel anlamıyla spor, bir ulusu birleştirip kaynaştırma konusunda her şeyden çok ama çok daha etkin, çok daha başarılı.
El ele tutuşup meydanları doldurarak hep birlikte “Türkiye, Türkiye” diye kucaklaşacağımız günlere…
GÖZDE MINIK