Son Çırak Nişan Usta ve Kastamonu’nun en eski kundura ustalarından Hamdi Kaşıkçı ile mesleklerinin geleneksel noktaları üzerine birkaç söz…
Kunduracı Nişan (Arusyak) Ustanın dükkânına bir sohbetin havasını yaratayım diye biraz arsızca kendimi buyur ettirdiğim de ve ısrarla Bakırcılara sırtını vermiş Tahtalı Çarşının namından yüzyıllık kunduracılara dair belleğinde kalmış birkaç anı istemiştim. Son Çırak Nişan Usta, (Kastamonu Gazetesinin yaklaşık bir yıl önceki sayfalarında Turgut Yılmaz imzalı bir haber de çok yerinde olarak Nişan Usta için böylesi bir tanım kullanılmıştı) her ne kadar “ben eskiyi hatırlamam” dese de benim ısrarcı sorularıma, asıl eskinin yani o usta çırak ilişkisinden ileri gelen görgü ve nezaketinden ve halen yaşayan ustaların olmasından dolayı pek de konuşmak istemediğini de ifade etmişti. Sanırım bu durum, kişinin kendisini bilmesi ve güngörmüşlük anlamına da geliyordu.
Her dünya kendi içinde büyüyordu. Günden güne değişen çehresine karşın hala eski kunduracılar çarşısının izlerini üzerinde taşıyan dar bir sokağın hemen kuytusunda, baştan sona yeşile boyalı dükkânın da mesleğini sürdürüyor Nişan Usta. Ustanın dükkânı boyut olarak iki kişilik devasa bir sohbetin boyutunca olsa da, dükkânın eni kadar olan camekânı 50 yıllık meslek erbaplığında sonsuz bir Kastamonu manzarası ile yaşanmışlığına açılıyordu.
Ticarette neonlarla parıltılı dünyaların yaratıldığı vitrin anlayışına karşın içinde bulunduğu çarşıdaki birçok esnaf gibi geleneksel anlamda mesleğini sürdürürken Nişan Usta, hem biçim de hem de esnaflık anlayışında halan tanıdık bir içtenliğin kendisini olduruyor.
Sabahın erinde açtığı dükkânında yıllardır yaptığı gibi camekânının arkasında işini hakkıyla yerine getirirken, bir selamla iliştim yanına. Nişan Usta’ya biraz mesleği, biraz Kunduracılar Çarşısı üzerine sohbet edelim derken, Usta, eskiye ve geleneğe dair kimi şeyleri hatırlasam da ancak ustalarımız halen mevcut, o nedenle de benim konuşmam doğru kaçmaz diye cevap vermişti. Bana bu geleneksel güngörmüşlüğün suskunluk ricasına saygı duymak düşerken, tam o sırada dükkâna yaşı 85 olan ve yaklaşık 75 yıldır yaptığı kunduracılık mesleğini bırakalı henüz 2 yıl olmuş Hamdi Usta (Kaşıkçı) girmişti. Bu en azından yapmak istediğim sohbetimize ayrı bir vesile de yaratmıştı.
“12 yaşından bu yana bu mesleğin ve çarşının içindeyim” diyen Hamdi Usta’nın iş yaptığı son dükkânı ise Kurşunlu Han’ın girişindeymiş. Bağkur’dan emekli olan Hamdi Usta, her insan gibi yaşamdan kesitler verirken sözcüklerinde yalnızca ne mesleği ne de yaşadığı sokaktan izlenimler vardı. “Eskiden saygı vardı. Aramızda para toplar muhtaç insanlara yardım edilir, caba içinde fırınlarda yemekler hazırlanıp esnaflar arasında topluca yenirdi. Benim askerlik yaptığım dönemde Alman Harbi vardı ve 46 ay askerlik yaptım. O zamanlar çok zor zamanlardı. Şimdi insanlar ekmek 1 gün beklese bayat diye çöpe atıyorlar, o dönemlerde bırakın bayat ekmeği, yokluktan mısır kozalaklarını dövüp onları yerlerdi. Ne günler gördük…” diyerek yaşamının çeşitli dönemlerinden özetlediği bu durumda insanlığa dair kazanımları veriyordu.
“Ben 12 yaşımda çırak olarak Emin Ustanın yanında başladım. Bizim mesleğe çırak olarak başlandığında ilk yapılan işler su getirip götürmesi ile kalıp çivilerini düzeltmek olurdu. O zamanlar tıkıra gücüm yetmiyordu, yaş küçük tabii. Topçuoğlu’ndan doldururdum tıkırı ama yarısına kadar anca buralara getirirdim. Bir taraftan da dayadılar kalıp çivisini önüme, düzelt babam düzelt. Hem parmağımızı düzeltirdik hem de çiviyi.”
Mesleğe başlangıcını bu sözlerle veren Hamdi Ustanın kalıp çivilerini düzeltmek diye aktardığı şey belki kunduracılık açısından teknik bir yere sahipken aynı zamanda da bir insanın kişilik kazanmak yolundaki yaşamın eğriliklerine karşı oluşan karakterinde zorlukla terbiye edilmesi anlamına da geliyordu belki.
Hamdi Usta biraz oradan biraz buradan mesleğini, meslek çevresini şu şekilde aktardı:
“Eskiden deve derisinden ayakkabılar yapılırdı. Ufaklığımda hatırlıyorum buralara da deve gelirdi. Nasrullah Meydanı’nın olduğu yer Saman Pazarı, şimdiki Kasaplar Hali’nin olduğu yer ise bu hayvanların bağlandığın yer idi. Ve yakınlarında da kasaplar olurdu.
Esnafın duası vardı o zamanlar. Her mesleğin piri vardı bizimde olduğu gibi. Dua ile önlük bağlanırdı. Çıraklıkta olduğu gibi kalfalıkta da önlük bağlanırdı. Hacı Emin Ustanın çırağıydım (Lütfi Ereser’in babası) ve 13 yıl civarında kaldım yanında.”
Hamdi Usta konuşmasını sürdürürken, biraz da kendinden büyük bir ustanın söz almasından güç bulan ve Hamdi Usta’ya yıllardır kalfa diye seslendiğini de öğrendiğim Nişan Usta’da bu noktadan sonra kimi bilgileri verirken onu da sohbete dahil etmiş olduk. Nişan Usta derinin elde edilmesinden başlayarak bir kunduranın asıl şeklini alana kadar olan serüvenini tatlı diliyle anlatmaya başladı.
“Safranbolu’dan deri gelirdi buraya. Ekete, mükete, meşin ve hayvan derileri kullanılırdı Ayakkabıcılar derilerini tabakhaneden alınırdı. Koyun derisinden meşin olurdu ve iç astarlarda kullanılırdı. Kösele vardı ve ayrıca normal deriler de vardı. Mesela kösele de iki çeşitti. Eski ustalar hangi köselelerin daha kaliteli olduğunu kokusundan bilirlerdi. Köseleri küçük boylarda kesilir çalmaçlara konurdu. Burada deriler ıslanır ve yumuşardı sonra ise bir gece suyunu alır ve tavını bulurdu. Sonra ise diz demiri ile kösele dövülürdü.
“Şak şak şak” onca saat döveceksin ki işe yarasın.
Kalıp ahşaptı. Ancak kadına ve erkeğe göre de ayrılır içinde. Ayrıca yemeni daha eskiden yuvalı kundura gibi çeşitler içinde kalıplar mevcut. Bu arada zaten eskiden kalfalarda zenne kalfası ve merdane kalfası olarak ayrılırlardı. Bir de sayacı (Doğal ya da suni deriler ile tekstil ürünlerinden kesilmiş parçaları makinelerle işleyerek ayakkabı modeline uygun hale getiren kişi) vardır. Bunlar da ayrı. Saya ayakkabının canıdır, özüdür. Genelde her atölyenin bir sayacısı vardır. Burada sayayı yaptırırsınız. Sonra kalıbınız hazırdır. Sonra taban astarınız vardır. Bunları ıslarsanız çünkü bir deri çeşididir. Sonra kesilir ve kalıba göre uyarlarsınız ve kalıp çivileri ile onu oraya tutturursunuz. Sonra kalıbın şekline göre düzülür ve saya çekilir. Ondan sonra köselerde arkaya (fort), önüne (bombe) göre tıraşlayıp köselenin özünü çıkartır ve kiriş ile altüstü yapıştırılıp kalıp almaya hazırlanır ve yol alınmaya başlanır…”
Eskiden Kastamonu’da çok sayıda ayakkabıcının bulunduğunu ve bunların da yüzde 80’inin imalatçı olduğunu söyleyen Nişan Usta, bahsi geçen dönemler de zevk sahibi birçok insanın yanı sıra neredeyse herkesin kendi ayağına göre ayakkabı yaptırdığını, bunun da zanaatların da “ısmarlamacılık” kolunu oluşturduğunu söyleyip, sözlerine kendisinin de ısmarlamacılıktan geldiğini ekliyor.
Eskiden atölyeler şeklinde çalışıldığını, kimi atölyelerde 20’ye yakın çalışanının bulunmasının yanı sıra dükkânlarda da 3’er kişinin bulunduğu söyleyen Nişan Usta, o dönemlerde meslek erbabı ustaya bakış açısını ise şu sözleri veriyordu:
“ Usta meslekte çok önemli bir yere sahipti. Kendisinden çok korkulur ve aşırı şekilde de saygı duyulurdu. O dönemde gerçek “eti senin kemiği benim” anlayışına uygundu her şey. Çünkü size meslek öğreten kişi idi o. Dediği iş anında yapılmalı, oyalanmamalı, dükkânda lafa karışmamalı, dinlenmeli gibi çok fazla şeye dikkat edilmesi gerekiyordu. Yani öyle ki ben babamın yanında sigara içtim ama ustamın yanında hiçbir zaman içmemiştim. Benim ilk çıraklığın ve bu kaideleri öğrendiğim yer Tokalılara ait bir atölyede oldu. Sonra ise askere gidene kadar ısmarlamacılık üzerine çalıştım.”
Nişan Usta, mesleğin gelişkinliğini ve Kastamonu’daki boyutunu “Yaklaşık 1960’lı yılların ortalarına kadar özellikle fantezi tarzında ayakkabılar ihraç ediliyordu” sözleriyle vurgularken, değişen teknoloji karşısında da mesleğin yok olmaya başladığını söylüyor. Ancak teknik ve teknolojik gelişmelere karşında “Teknolojik imkânlara göre çalışma süreleri vardı. Eskiden her şey elimizden çıkıyordu. Şimdi ise teknoloji sayesinde birçok iş daha kısa sürede ve sağlam yapılabiliyor. Yani her şey kötüye değil iyiye de değişiyor” yorumunda da bulunuyor.
Yaşı 60 Nişan Usta’nın. 10 yaşında mesleğine başlamış ve dükkânı da hep aynı sokak üzerinde bulunmuş. Kendisi bu durumu “Benim dünyam bu Belediye Caddesidir. Yani meslektaşlarımın çevresi” diye tanımlarken, eskinin Tahtalı Çarşısı şimdikinin Belediye Caddesinde yüzyıllardır var olmuş kunduracılara da tarihsel bir gönderme de bulunuyordu.
“Bizden sonra çırak olayı bitti” diyor Nişan Usta. Ancak bu “bitmek” kelimesi sanırım iki anlamlı. Çünkü Nişan Usta aslında yakın zamana kadar birçok kişiyi yetiştirmiş ve içlerinde de işlerini sürdürenler de var. Ama kendi gördükleri ve yaşadıkları gibi bir çıraklık ve meslek ilişkisinin kalmaması ile özellikle son yıllarda hiçbir zanaatta gerçekten çırağın olmaması söz konusu burada. “Güler yüz, mesleğini iyi yapıyor olmak mesleğiniz de nam salmak anlamına gelirdi. Sadece müşteri için değil meslektaşları arasında da güven sağlamışlık önemli idi. Ama bu bahsettiğimiz güven günümüzde pek de kalmadı. Şimdi anlamsız bir yarış var… ve günümüzde de çok şey değişti” diyerek sohbetin sözlerini bağlayan Nişan Usta, Tahtalı Çarşısının tahtalarına yıllarca eskimeden vuran kunduraları yapan son ellerden bir tanesi olarak kentimizin bir parçası olmaya devam edecek…
Belediye Caddesi uzun müddet bir dere halinde idi. İki tarafında dükkânlar vardı. Yolun ortası dereydi. Gökdere vadisinden gelen sel bu dereden akıp şehir çayına karışırdı. Derenin iki tarafı yaya kaldırımı halinde karşılıklı iki yoldu. Bu iki yol üzerinde müteaddit yaya köprüleri vardı. Umumi kavşaklara araba geçmesi için daha büyük köprüler yapılmıştı. Mesela Yanık Hanı önünde, Muytaplar Çarşısı başında birer büyük tahta köprü kurulmuştu. Mahkeme Çarşısından karşı yakaya Frenkşah Hamamı önünden doğru Muytaplar Çarşısına gelince Topçuoğlu kesimine Unkapanı Çarşısına bu köprülerden geçilirdi. Kuyumcular başında bir köprü inşa edilmişti.
17. asrın sonlarında esnaf kâhyaları toplandı. Çarşının (Belediye Caddesi’nin) ıslahı düşünüldü: Dükkânların önünden geçen yaya kaldırımın mahiyetindeki yollar dardı. Karşılıklı gelip geçmek zor oluyordu. Bu sıkıntıyı önlemek için derenin iki tarafına rıhtım yapıldı ve yaya kaldırımları biraz daha genişletilerek mürur ve ubur kolaylaştırıldı. Daha sonra bu fikir geliştirilerek derenin üstünü boylu boyunca tahta ile kapatılması düşünüldü. Bu fikir loncada daha parlak göründü ve dere hali hazırdaki Araba pazarı Karakolundan itibaren Çay Camisi önüne kadar “ Kastamonu Çayına kadar “ tahta ile kapatıldı ve boydan boya bu caddeye TAHTALI ÇARŞI denildi.
Esbabına gelince bundan 60 sene evvel şehir çayından başlayarak mutafkar başına kadar olan kısım ıslah edilmiştir. Bu kesimde derenin üstündeki tahtalar kaldırılmış, kemer yapılmış, ütüne toprak kum ve taş yığılarak bir metre kadar cadde yükseltilmiştir. I. Dünya Harbinden sonra, buralarda birçok değişiklik yapılmış, bilhassa Cumhuriyet devrinin ilk yıllarından hayli tadilat ve ıslahat ile çarşı yeni bir hal almıştır. Bu gün bu çarşı tahtalı olduğu zamandan en az bir, bir buçuk metre yükselmiştir. Belediye Caddesinin kaldırım ferşiyatı eskiden tesviye dilmiş taşlardan ibaretti. Son zamanlarda bu ferşiyat biraz daha modernize edilmişse de beton yapılması her bakımdan şayan-ı arzudur.
(İhsan Ozanoğlu)
—————————————————————————————————–
(*) 2007 yazısı
MURAT KARASALİHOĞLU