Hafta sonu yeniden düzenlenerek ziyaretçilerine açılan Kent Müzesini gezdim, çok güzel dokunuşlarla kentin tarihini anlatan harika bir yer haline getirilmiş ve eski keşmekeş düzeninden kurtarılarak ferah bir ortamda şehre yakışır bir yer haline getirilmiş.
Aslında benim aklımdan geçen Kent Müzemizin restore edilen bir konakta ziyaretçilerini karşılamasıydı, olmadı sağlık olsun, ayrıca personelin güleryüzü ve ilgisinden dolayı da kendilerine teşekkür ediyorum.
Çoğunlukla sosyal medya platformlarında bir şehrin eski dönemlerdeki fotoğrafları paylaşılıyor ve eski ile şimdiki dönem arasında neler değiştiğini nelerin yok edildiğini restorasyon adı altında eski güzelim eserlerin nelere dönüştürüldüğü hakkında bu fotoğraflardan bir fikir edinebiliyorsunuz.
Örnek mi; Cumhuriyet parkının eski fotoğraflarında yukarıdan aşağıya doğru akan çift taraflı havuz ve şimdiki hali, örneğin benimde Kastamonu Gazetesinde tam restorasyon aşamasında yazdığım ve “Sera mı yapıyorsunuz?” diye sorduğum Hepkebirler mahallesindeki çifte hamam (Benim hatırladığım bu hamam işlevinden çıkıp elma deposu olarak kullanılırken bile görüntüsü bu kadar kötü değildi.) bir başkası Vakıf Hamamı, bir diğeri tarihi saat kulesinin görüntüsünü bozan teleferik aksamları gibi bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Münire Sultan Medresesinde dükkanları gezerken masa ve sandalyeler arasında adeta ralli yapmak zorundasınız o meydan iyice daraldı; bunu neden yazıyorum, restorasyon yapıldıktan sonra nasıl kullanıldığı ve görüntü kirliliği oluşturup oluşturmadığı konusunda bir kontrol mekanizması yok mudur?
Bir şeyi yapmış olmak için yapmak sadece üstünkörü ve göstermelik olarak nitelendirilebilir.
Kent Müzemizi gezerken eski fotoğraflardan birinde Nasrullah Camisinin minaresi ile cami arasında avluya girişte çok güzel bir kemer yapı olduğunu gördüm şimdi yerinde yeller esiyor aynı yerden fotoğraflamak istedim masalar, sandalyeler ve şemsiyelerden zor da olsa başardım, şimdiki halini görüp üzülmemek mümkün değil sanki camisiz minare.
Fotoğrafa baktığımızda dün ile bugün arasındaki farkı hüzünlenerek görebiliriz.
Bu değerlerimizi kaderine terk etmeyelim sahip çıkalım da bu şekilde bir bütünlüğü bozarak özgünlüğünü katledercesine ben yaptım oldum gibisinden yaklaşımlar tarihe sahip çıkmak değil geçmişle gelecek arasındaki bütünlüğü bozmaktır.
Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim, restore edilen ve ziyarete açılan kalemiz var, insanlar bu kaleye çıkacak oturacak ve Kastamonu’ya kuş bakışı göz atacaklar o kadar, çıktıklarında oturacakları su, çay veya kahve içebilecekleri bir yer var mı? Yok. Neden? Anıtlar yüksek kurulu müsaade etmiyormuş, bizim anıtlar yüksek kurulu ile başka illere bakan anıtlar yüksek kurulu farklı ülkelerden herhalde, bir büfeyi temelsiz olarak yapar ve insanlara hizmet eder hale getirirseniz en azından oraya çıkan insanlara bir nefes alacak biraz vakit geçirecek ayrıca güvenliği ve temizliği sağlayacak hale getirirsiniz. Başka şehirlerden örnekler vermek mümkün.
Bu şekilde yapılan restorasyonları gördüğümde ecdadımızın kemikleri sızlıyor mu? Bilmiyorum ancak benim içim sızlıyor.
Ecdadımızdan miras, yüzlerce yıldır ayakta kalan veya kalmaya çalışan bu miraslarımıza en azından saygı gösterelim ve sahip çıkalım.
Asırlardır ayakta kalmayı başaran bu yapıların bazılarında ise kaçıncı kez restorasyon yapıldığını görebiliyoruz.
Bülend Çadırcıoğlu
Bülend Çadırcıoğlu