Günde 150 hastaya bakan doktor var devlet hastanesinde, isterse 250 hastaya baksın yetmiyor, Kastamonu dediğin ilçesiyle köyüyle koskoca bir il, hasta vatandaş gurbet yollarında, el kapılarında, derman peşinde…
Sağlık alanında büyük sıkıntı var.
Devletin yayımladığı resmi istatistiklerde dünya tozpembe…
Ya hayatın gerçeği?
3 ay önce, sabah 05.00 Ankara otobüsüne bindi, yanında kemoterapi için hastaneye refakat ettiği oğlu, kim bilir kaçıncı gidişleri, bunalmışlardı…
Uykulu gözleri kapanıyordu.
Otobüs yeni hareket etmişti ki koltuğundan fırladı ayağa, kaptanın yanına gitti, “İznin olursa yolculara bir soru soracağım” dedi, kaptan yolcunun yüzüne baktı, mürekkebi kurumamış kederi okudu, “sor” dedi…
Yolculara döndü, “Özür dilerim hepinizden, bir soru sormak istiyorum” dedi.
Yolcular koltuklarında doğruldular…
“Biz Ankara’ya hastanede onkoloji tedavisi için gidiyoruz. Tek tek size soramam Ankara’ya gidiş sebebinizi, eğer mahsuru olmazsa hastaneye gidenler ellerini kaldırabilirler mi?” dedi.
Eller kalktı…
13 el.
Otobüsü saydı, toplam 38 yolcu…
Her 3 yolcudan biri hastaneye gidiyordu.
İstatistik budur işte…
Hayatın içinden.
Not: Özel Uğurlu Hastanesi duman edildi, Kastamonu Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin inşaatı yıllardır yerinde sayıyor, Kastamonu Devlet Hastanesi’nde uzman hekim eksiği had safhada, Kastamonu Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi’nin yeni binasının yapımına bu yıl için ayrılan ödenek “Bin TL”, aile hekimliği merkezleri “coğrafya” üzerinde yetersiz, hekim durmuyor, gelen gidiyor…
Sağlıktaki altyapımız bu.
Yaşlı nüfusta Türkiye şampiyonu olan bir il üstüne üstlük Kastamonu…
Nüfusun önemli kısmının bir ayağı çukurda.
Dolaşım hastalıkları şampiyon…
Kanser gırla.
En kötüsü de…
“Duyarsızlık”.
Duyarsızlık hastalığı ilin tüm vücudunu sarmış durumda…
Yanmış yıkılmış kimsenin umurunda değil.
Not 2: Sabah 9’da özel halk dolmuşundayım, indirme-bindirme için durağa yanaştı, bitişiği park…
Ortaokul çağında iki kız bankta oturuyordu.
İkisinin de elinde gazlı meşrubat şişesi…
Cips.
Bir cipsten…
Bir gazlı içecekten.
Sabah sabah beslenme bu…
Gelişim çağında.
23 Nisan sabahı…
Memleketimin çocukları için üzüldüm.
Not 3: Her okul bahçesinde “mikro” bayram şenliği vardı dün, ben de talihime düşen bir okula yolumu düşürdüm, heyecanla bekledim seyreyleyeceğim cümbüşü…
Kalabalığın içine sıkıştım.
Çocukların her biri papatya…
Ses düzeni “nanay” ama.
Oratoryo hazırlamışlar belli ki bin bir emekle, genizlerini yırttılar, duyuramadılar seslerini, şiirler on numara seçilmiş, görüntü vardı, ses yoktu ne var ki, şarkılar birbirinden güzeldi, duyamadık, kendimi çocukların yerine koydum, beter üzüldüm…
Ses sisteminin mağduru oldu şenlik.
Çocukların emeğine yazık…
Denizi geçip, derede boğulmak budur.
Stadyumu, spor salonunu bırakıp okul bahçesinde bayram kutlanırsa…
Olacağı budur.