Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’ın, KASGEG’in davetlisi olarak kentimize gelen torunu, 24 yaşındaki Kaan Turgut Özal’la Kurşunlu Han’ın Havuzlu Bahçesinde konuştuk. Dedesinden anılar dinledik.
– Kastamonu’ya ilk kez geliyorsun. Kentimizi nasıl buldun?
T.Ö: Kastamonu çok güzel bir kent. Ağaç işleri yapılan, havalimanı olan doğasıyla, tarihiyle, sakin yaşamıyla güzel bir şehir. Bu güzel kent daima aklımda kalacak. KASGEG Başkanı aile dostumuz Zafer Küçükşabanoğlu’nun daveti üzerine ilk kez geldim. Rahmetli dedem Turgut Özal da çok severmiş Kastamonu’yu. Ilgaz Dağını gördüm. Turizm potansiyeli çok zengin olan bir şehir.
Önceliği Ilgaz’a verdiğine göre kayak yapmayı seviyor olmalısın?
T.Ö: Evet, çok seviyorum. Ilgaz’ın güzelliğini görünce benim için Uludağ’ın popüleritesi bitti diyebilirim. İstanbul’a uçakla 45 dakika olan kayak merkezine herkes koşarak gelir. Yeter ki, misfirleri ağırlayabilecek altyapıyı oluşturun. Bir de ben Kastamonu’nun logo konusuna takıldığını gördüm. Bana göre yerli halkına sorarken üniversite öğrencisinin de fikri alınarak bir logo çalışması yapılabilir. Kastamonu logo oluşturulabilecek zengin konuları yeterince var. Tabii görmek lazım.
Eğitim aldığın Amerika’dan ülkemize bakış nasıl?
T.Ö: Şöyle söyleyeyim. Çok anlamlı, çok farklı, politik anlamda her türlü yorumun yapılabildiği bir ülke. Orada doğru, yanlış, gerçek herşey konuşulup tartışılır. Yapılan tartışmalarda kimse kimseye hiç kızmaz. Atıyorum, 10 kişi bir masada oturmuş konuşuyorlar. Dokuz kişi böyle daha doğru der bir kişi de sohbetin sonunda farklı bir görüş söyler o dokuz kişinin söylediği olmaz da o bir kişinin son söylediği fikir olur. Amerika her şeyin konuşulup, korkusuzca konuların tartışıldığı bir ülke.
Türkiye’de tartışılmıyor mu?
T.Ö: Sence tartışılıyor mu? Benim gözlemim ve izlenimim çok fazla tartışmak, konuşmak ve eleştirmek suç gibi görülüyor.
– Amerikalı da farklı dolayısıyla bu durumda. Nasıl özetleyebilirsin Amerikalıları?
T.Ö: Amerikalı zamanını yatarak değil çok çalışarak değerlendiriyor. Fabrikalar da çalışanlar molalarında bile çalışarak üreterek zamanı geçiriyorlar. Zaman ora da doğru çalışarak değerlendiriyorlar.
– Dedenle ilgili aklımda kalan bir konuyu sana anlatmak istiyorum. Deden Turgut Özal, Amerika’dan döndüğünde havalimanın da uçaktan iner inmez basın mensupları “Şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz?” diye sordular. Cevabı, “Ne yapacağım, tabi ki parti kuracağım” oldu. Nitekim Anavatan Partisi’ni kurdu ve iktidar oldu. Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı yaptı… Merak ediyorum; gelecekte sen de deden gibi siyasete girmeyi düşünüyor musun?
T.Ö: Şöyle cevap vereyim. Tamam ben Amerika’da okudum. Atatürk’ün bir sözü vardır. Gençlerimizi yurtdışına bir kıvılcım olarak gönderelim, alev olarak geri dönsünler der. Sevdalıysan politikaya zevk veren bir iş ya da görev, ama bir o kadar da zor ve yorucu olduğunu biliyorum. Ailem bana politikanın zorluğunu dedem üzerinden hatırlatıyor. Benim gönlümde önce kendimi çok iyi geliştirip ülkeme birşeyler katabilmek var. Yaşım daha çok genç. Kendimi hazır hissettiğimde dedemi örnek alarak siyasete tabi ki girebilirim.
Peki ailenin dışında seni siyasete girmeni teşvik eden bir iş dünyası var mı?
T.Ö: Elbette var. İş ve ekonomi dünyası benim gelecekte siyasete girmemi çok istiyor ve teşvik ediyor. Bu iş dünyasının bana söylediği bir şey var. Ne söylüyorlar? ‘Dedenizin sayesinde iş dünyasında ufkumuz genişledi’ diyorlar. Tadella fabrikasını ziyaret ettim. Dedem Turgut Özal’ın Tadella yerken çekilen fotoğrafı fabrika duvarlarına asmışlar. Senin de tadelle yerken bir fotoğrafını asmak isteriz diyorlar.
– Dedenle ilgili yazılan kitap ve makaleleri okuyor musun?
T.Ö: Elbette okuyorum. Kütüphanemde bulunan kitaplarımın çoğu dedem için yazılan kitaplar. Biyografisinden tutun da, Emin Çölaşan’ın ‘Turgut nereye koşuyor’ muhalif kitabına kadar.
– Dedenle ilgili yazıları okurken neler hissediyorsun? Bir de onun adını taşıyorsun. Dedenin adını sana kim koymuş?
T.Ö: Çok etkileniyorum. Gururum kabarıyor. Benim de onun gibi başarılı hizmetler yapmam gerektiğine inanıyorum. Bir de hüzünleniyorum. Adım konusunda da şöyle söyleyeyim. Benim adım Kaan olacakmış. Hata annem bana hamileyken babam ve annem benim cinsiyetimi öğrenmek istememişler. Tabi hediyeler kıyafetler alınıyormuş. Babaannem Semra Hanım pembe pembe komik kıyafetler, oyuncaklar alıyormuş. Rahmetli dedem sinirlenmiş, babanneme dönüp ‘Semra, bu çocuk erkek olacak> sen neden pembe giysiler alıyorsun. O erkek olacak, adını da ben koyacağım’ demiş. Sonra rahmetli 17 Nisan’da Hakk’ın rahmetine kavuşuyor. 22 Nisan’da toprağa verildikten tam 10 saat sonra ben dünyaya geliyorum. Adımı Kaan Turgut Özal koyuyorlar.
– Ailenden dedenle ilgili anılar dinlemişsindir. İlginç bulduklarını anlatır mısın?
T.Ö: Ailemden duyduğum çok anızı var dedemin. Çok tatlı bir araba hikayesi var mesela. Rahametli gırgır ve şamatayı çok severmiş. En sevdiği iş de, müsait zamanlarda tek başına, korumasız, arabayı kaçırmakmış. Bir gün İstanbul Tarabya’daki köşktelermiş. 1991-1992 yıllarında ve Cumurbaşkanı iken. ‘Hadi çocuklar, arabayla çıkıp Boğaz’da bir tur atalım’ demiş. Babamla amcam da tamam demişler. Babam arabanın arkasında Ahmet amcam önde oturuyor. Gece çıkmışlar Boğaz’da dolaşmaya. Rahmetli, direksiyonda, Boğaz’da da polis çevirmesi var. ‘Çocuklar eyvah! Ehliyetim yanımda yok ne yapacağız”demiş. Neyse polis çevirmesine giriyorlar. Polis kim olduğuna bakmadan, ‘Beyefendi, ehliyet ruhsat’ diyor. O ise babamla amcama dönüp, ‘Ne yapacam çocuklar şimdi’ oiye soruyor. Babam, pişkin pişkin ‘Seni tanırlar baba, sana bir şey olmaz’ diyor. Ahmet amcam, o an arabanın camına doğru eğilerek polise ‘Bakar mısınız’ diyor. ‘Farkında değilsiniz herhalde, ehliyet sorduğunuz kişi Sayın Cumhurbaşkanımız’ diyor. Polis bakıyor ve şaşkınlık içinde esas duruşa geçip, ‘Aman efendim, özür dileriz’ deyip selam duruyor. Dedem o kadar alçak gönüllü ve kolay kızmayan bir insan. Polis çevirmesinde, görevini yapan polise karşı gösterdiği alçak gönüllüğü, o poliste yaşadığı anılarına eklemiştir.
– Başka?
T.Ö: Ahmet amcam anlatmıştı. Darbe sonrası dedem Başbakan olmuş. Hiç beklenmedik bir şekilde dedem başbakanlık binasına geliyor. Kapıda da yaşlı bir koruma bekçi var girişte. İçeri girecek, ama yaşlı bekç durdurup, ‘Kime geldiniz’ diye soruyor. Dedem, ‘Ben Başbakanım’ deyince bekçi, ‘Git be dayı, sen eğer başbakansan ben de Cumuhrbaşkanıyım’ diyor. Dedem hem gülüyor, hem de bekçiyi inandırabilmek için, ‘Valla ben başbakanım’ diyor, ama nafile. O sırada bir yetkili kapıya doğru koşarak gelip ‘Hoş geldiniz başbakanım’ diyor. Bekç bu hitabı duyuncai bembeyaz kesiliyor. Dedem toplantı ve görüşmelerini yapıp aşağı iniyor. Dedemi içeri almak istemeyen yaşlı bekcinin yanına giderek elini uzatıp onu hiç üzmeden, ‘Sayın Cumhurbaşkanım size iyi akşamlar’ deyip, çıkıyor.
Bir de mektup hikayesi var. Mektup hikayesini de anlatıp dedemle ilgili olan sohbetimizi bitirelim. Vatandaşlar, şu ihtiyacımız var bu ihitiyacımız var diyerek mektuplar yazarmış. Rahmetli dedem çok az uyurmuş. Günün yorgunluğunu atmak için vatandaşlardan gelen bu mektuplara bakıyormuş. Bir mektıup ilgisini çekmiş. Mektupta ‘Cumurbaşkanım şöyle bir derdim var, bu derdimi çözün ’ diye yazıyormuş. Dedem etkilenmiş, derdine çare olmak için mektubunu okuduğu vatandaşı gece yarısı telefonla aramış. Vatandaş uyku sersemi telefonu açmış.. Dedem, ‘Ben Cumuhurbaşkanı Turgut Özal, senin derdine çare olmak istiyorum’ deşince, mektup sahibi vatandaş, ‘Sen benimle dalga mı geçiyorsun’ diye telefonu yüzüne kapamış.
Tekrar çevirmiş numarayı dedemm ve ‘Bak, telefonu kapama. Ben Turgut Özal’ım senin derdine çare olmak istiyorum. Mektubun da bunları, bunları istemişsin’ demiş bu kez. Vatandaş yine inanmayıp aynı şeyi yapınca, yani telefonu kapayınca dedem bir kez daha çevirmiş numarayı ve ‘Lütfen konuşalım, eğer konuşmazsan ekip arabasını gönderip seni evinden aldıracağım’ demiş. Adam yine inanmayıp telefonu yüzüne kapatmış. Az sonra kapısı çalınıp karşısında polisleri görünce şaşırıyor. Polisler, ‘Buyrun beyefendi, size konuta kadar eşlik edeceğiz’ deyince iyice şoke olup pijamasıyla konuta kadar geliyor. Dedemi karşısında görünce şaşırıyor. Dedem, ‘Kusura bakma sabahın bu erken saatinde seni konuta kadar getirttiğim için özür dilerim’ diyor ve derdini dinleyip sorununu çözüyor. Dedem gerçekten çok insan sevdalısıymış.
– Uluslararsı Ticaret ve Ekonomi okudun. Beş yabancı dil biliyorsun. Türkiye’nin ekonomisi hakkında kısa bir özeti nasıl yaparsın?
T.Ö: Geçmişten bu günlere gelirken büyüklerimiz güzel tasarruflar yaparlarmış. Herkesin evinde bir düğün parası olurmuş. Şimdi öyle bir noktaya geldik ki, ev kredisi, taşıt kredisi var, ama vatandaşın cebinde para kalmamış durumda.Asgari ücret ortada. 27 milyon kişi kart takibinde. Üniversite mezunu işsiz. Pazarda domates, patates satmaya çalışan üniversiteli işsizler var. Ciddi bir araştırma yapılması gerekiyor. Sanayi şirketlerinin önü daha çok açılmalı. Üretim ekonomisine süratle geçmek lazım. Türkiye’de en çok inşaata yatırım yapıldı. Bilişim sektörü çok önemli. Gençlerden çok güzel projeler çıkıyor. Gençlerin fikirlerini önemsemek gerekiyor. Yavaş yavaş ortaya çıkan kaynak sağlayan melek yatırımcılar var. Ben daha fazla bu konulara girmeyeyim çünkü yanlış anlaşılır.
– Amerika’da okudun eğitimini tamaladın? Siyaset girmeden önce neler yapacaksın?
T.Ö: Türkiye’ye döneli üç dörtay oldu. İlerleyen günler içinde Dünya Bankası’nda proje yatırım kaynakları kordinatörlüğü görevimin hazırlıkları içindeyim. Kısaca Dünya Bankasında görev almaya hazırlanıyorum.
– Dünya Bnkası’ndaki yeni görevin hayırlı olsun. Peki babaannen Semra Hanım’la aran nasıl?
T.Ö: Beni çok sever, üstüme titrer. Ben de babannemi çok severim.
– Son söylemek istediklerin
T.Ö: KASGEG Genel Başkanı Zafer Küçükşabanoğlu’nun daveti üzerine bu güzel şehri ve insanlarını sizleri tanımaktan onur duydum. Dedem Turgut Özal’ı sizinle konuştuk ve andık. Gazatenize ve çalışanlarınıza bize bu güzel şehirde söz verdiğiniz ve tarihe not düştüğünüz için teşekkür ederim. Zafer de bir şeyler söylemek ister herhalde.
– Buyrun Zafer Başkan, siz de kısaca neler söylemek istersin?
Z.K: Rahmetli Çumurbaşkanımız Turgut Özal’ın bizlere emeneti olan sizin de adaşınız Kaan Turgut Özal’ı Kastamonu’da arkadaşlarımızla birlikte ağırlamaktan onur duyuyorum. Rahmetli babam Eczacı Sülayman Küçükşabanoğlu, sizin de bildiğiniz gibi Turgut’un dedesiyle siyasi birlikteliğin yanında aile dostuyuz. Şemra Özal ile annem Naile Küçükşabanoğlu da halen çok iyi arkadaşlar. Aileden gelen bu güzel dostluğumuzu ömrümüz sağ oldukça biz de tıpkı ailelerimiz gibi sürdüreceğiz. Torun Turgut Özal’ı KASGEG’in kuruluş yıldönümü etkinliğimize davet ettik. Sağolsun bizi kırmadı geldi. İnşallah memleketin gençleri olarak bize destek veren Kastamonu’ya teşekkür ediyoruz. 2016 yılında güzel projeler hazırlıyoruz. Bizim sloganımız “ Gelecek gençlerle gelecek diyoruz. Misafirimiz Turgut Özal’a ve şahsıma söz verdiğiniz için size ve gazetenize çok teşekkür ediyoruz. Sağolun.
TURGUT YILMAZ