Edebiyatımızın koca çınarı Rıfat Ilgaz adına bu yıl 24’üncüsü gerçekleştirilecek olan “Cide, Rıfat Ilgaz Sarı Yazma Kültür ve Sanat Festivali” dolayısıyla ustanın Cideli olmasından söz edelim. Usta’nın adına festivaller düzenlenmesinin en önemli gerekçesi: Cide’de doğması değil, Cideli olmasıdır.
Rıfat Ilgaz 1911 yılında Cide’de doğdu. 82 yıllık ömrünün önemli bir bölümünü Cide’de geçirdi. Cide’de yazdı, Cide için Cideliler için yazdı. Her zaman Cide’yi çok sevdi ve yalnızca Cideli oldu.
Bu durumu, büyük ustanın kendi yaşam öyküsünü anlattığı “Sarı Yazma” romanı ve gözaltı anılarını anlattığı “Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra” kitabındaki sözleriyle anlatalım.
“İnebolu’dan gelip de yerleşen Hüseyin Çavuş’un evinde doğmuşum dediklerine bakılırsa.”
İnebolu’dan gelip de yerleşen Hüseyin Çavuş’un evi artık “Rıfat Ilgaz Kültür ve Sanat Evi” … Hababam Sınıfı, Karartma Geceleri, Pijamalılar, Sarı Yazma, Yıldız Karayel, Yarenlik, Sınıf, Üsküdar’da Sabah Oldu, Kulağımız Kirişte ve daha birçok yapıtı olan Rıfat Ilgaz’ın doğduğu evde ustanın kişisel eşyaları, kitapları, fotoğrafları bulunuyor.Evin her köşesi, her duvarı Ilgaz’dan anılar taşıyor.
“Cide doğduğum eşsiz benzersiz memleket… Ne iyi etmiş de anam beni bu cana yakın memlekette doğurmuş!..”
“…İlk izlenimlerim, doğa-toplum ilişkilerim, insan sevgim burada biçimlenip uç verdi…”
Rıfat Ilgaz’ın bu sözünü çok önemsiyorum. Rıfat Ilgaz’ı Rıfat Ilgaz yapan düşüncelerin tohumları Cide’de atılmış. Koca Çınar’ı okuyan herkes ondan bir şeyler bulur Cide’de. İnsanını tanıdığında, köylerini ve doğasını gezdiğinde daha da iyi anlar yazdıklarını.
“Babamın haftada iki gün kapısını açtığı tuz mağazası görünüyordu oturduğumuz yerden.”
O dönemin tuz mağazası bugün de aynı yerinde. Durumu pek de iyi görünmüyor. Geçmişteki görevlerinden, kitaplara konu olmasından, bulunduğu konumdan ve yapısından dolayı daha iyi durumda olmayı hak ediyor.
“Cideli evini boyamazdı. Tahtaları kendine özgü bir biçimde birbirine uçlarından geçirirdi. Bu tahtaları kendi doğal renkleriyle olduğu gibi bırakır, yaptığı evin üzerine sarkan tür tür ağaçların yeşillikleriyle yetinirdi.”
İlçe merkezinde bu betimlemeye uygun evler gün geçtikçe azalmakla birlikte hâlâ var. Köyler gezildiğinde ise tam da anlatıldığı gibi o dönemden kalma evleri her an görebilmek mümkün. Geçen yıllara, doğa koşullarına, beton binalara gösterilen ilgiye inat hepsi ayakta ve (anlayana) güzelliğini, görkemini sürdürüyor. Tıpkı Ilgaz gibi… Yaşadığı onca sıkıntıya rağmen betona karşı koymak, varlığını sürdürmek ve nihayet kalıcı olmak…
“Boğazdan Samsun’a, Trabzon’a uzanan baharat yolu üzerindeymiş buralar. Kaleler yapılmış, kuleler dikilmiş, toplar yerleştirilmiş, akınları durdurabilmek için… Cenevizlilerden kalma toplar hâlâ duruyor kıyılarda bir kayanın üstünde.”
Hocamın gözlemlediği toplar yine aynı yerdeler. Gideros’ta bir burundaki ve denizin içinde bir kayanın üzerinde. Yüzyıllarca Karadeniz’in kuğuları olan çektirme kayıklarının bağlandığı baba görevini yaptılar. Geçen yıllara ve deniz tuzunun yıpratma gücüne inat zamana tanıklığa devam ediyorlar.
“1974’lerde gelmiştim Cide’ye. Doğduğum, çocukluğumun da geçtiği bu düşsel kente. Elli beş altmış yıldır yemyeşil, masmavi bir masal ülkesiydi benim için Cide!”
Ustanın hesabı yaklaşık yüz yılı kapsıyor. Cide hâlâ yemyeşil, masmavi… Ustanın betimlemelerinden yıllar sonra dünya da fark etti Cide’nin bu renklerini ve Küre Dağları milli park ilan edildi. Doğal kaynakları ve eko turizm potansiyeli fark edildi.Ayrıca, Loç Vadisi, Armut Çayırı, Muna, Gideros… Tüm renkleri her mevsim görebilme olanağı var.
“Her emeklinin isteği, emekliliğini kendi memleketinde geçirmek değil midir? Üstelik bu doğduğun yer, yeryüzünün en seçkin köşesi olursa…
Bu sözün üzerine de benim söyleyecek sözüm yok. Yeryüzünün en seçkin köşesi…Cide…